Imperia Online Turkey  
Haziran 22, 2024, 12:47:35 ÖS *
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.
E-posta adresinize aktivasyon iletisi gelmediyse lütfen buraya tıklayın.

Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz
 
   Ana Sayfa   Yardım Ara Giriş Yap Kayıt  
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Medival 2 total war en iyi oyun anıları  (Okunma Sayısı 7859 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
BERK15
Ziyaretçi
« : Mart 23, 2009, 07:59:22 ÖS »

Bu yazı medieval oynanırken sıra gelen olayların hikaye dönüştürülmesi sonucu sizlere ulaştırılmıştır. Oldukça uzun olduğundan bölümler halinde okumanız göz sağlığınız için iyi olacaktır : ) Okuyan, okumayan, yorum yapan yapmayan herkese şimdiden teşekkürler.

Campaing Seviyesi: Very Hard, Savaş Seviyesi: Harddır.


İÇİNDEKİLER
KRAL MALCOLM
KRAL BEYAZ EDWARD
KRAL DAVID
KRAL JAMES [ THE END....


İSKOÇYA
BİR MEDIEVAL II HİKAYESİ


Doğusunda tüm donduruculuğuyla Kuzey Denizi, batısında hırçın dalgalarıyla Atlantik okyanusu ve güneyinde ise tüm zalimliğiyle İngiliz Kralının toprakları uzanmaktaydı. Kral Malcolm ellinci yaş gününde Edinburg’daki sarayının balkonundan ufka bakarken bu üç çelişki kafasını kurcalıyordu. Hangisi halkına özgürlüğü ve hak ettikleri şerefi kazanmalarını sağlayacaktı. Tam o sırada Prens Edward babasının arkasından sessizce yaklaştı ve “Düşüncelerini okumak isterdim Kralım” dedi. Aslında babasının aklından geçenleri biliyordu ama onun ilahi emrini, şerefini kazanmasına izin vermesi için “Savaş meydanına sür atlarını” sözcüklerini duymak istiyordu. Şimdiye kadar hep barışcıl bir politika izlemişlerdi fakat dünya yeni bir çağa giriyordu ve tüm dünya Kralları sanki aynı ağızdan çıkarmışcasına daha fazla köle, asker ve toprak istiyorlardı. Onların gözlerinin önünde güçlerinin zirvesine ulaşıp kendilerinide köle etmesine izin vermiyeceklerdi.

“Ordular hazırlansın!” dedi Kral Malcolm. Prens Edward bu sözlerin tesiriyle bir an sersemledi, kılıcının üstünde yazan “Sadece Kralına hizmet eder” sözlerini düşündü. Kralına yani babasına ve bir gün kendisinin oğullarının kılıcına yazılacak sözlere dikkatlice baktı ve “Emredersiniz” dedi, soğuk ve sade bir şekilde. Soğukluğu korkusundan değildi, inancındandı. Yavaşca odaya girdi ve Kralını, babasını ıssız gecede yalnız başına düşüncelerle baş başa bıraktı.






Kayıtlı
BERK15
Ziyaretçi
« Yanıtla #1 : Mart 23, 2009, 08:00:12 ÖS »

Kral Malcolm  (1195-1217)

İlk İcraatlar
Kral Malcolm’un ilk işi Edinburg limanını yaptırmak oldu. Krallığının daha ikinci yılında  güneyde York ve kuzeyde Inverness asilerini krallığa bağladı. Edirburg limanının temellerini attı. York ve Inverness ile yolları bağladı. 1197 yılında İngiltere ve peşinden gelen senelerde Danimarka  ile müttefiklik kurdu. İngilizlere çok güvenmemesi gerektiğini biliyordu.

Caernarvon Çelişkisi
Prens Edward ve diğer generaller Caernarvon kalesininde bir an önce krallığa bağlanması için fetih emri vermesini istiyorlardı fakat o bu konuda farklı düşünüyordu. İngiliz kralınında gözü Caernarvon kalesindeydi ve yeni kurdukları müttefikliği bu kale yüzünden bozulmasından tedirgindi. Onun kafasında Dublin asileri vardı. Generallerini topladı ve fikirlerini paylaştı.

“Oğlum ve Sadık Generaller” dedi ve bir soluk aldı, hepsi karşısında ağzından çıkacak sözler için ölecek sadık askerlerdi. “Caernarvon kalesinin stratejik önemini biliyorum ama atalarımızın bir sözü vardır “Erken atılan ok ancak karınca öldürür!”dedi. Generaller ve Prensin suratı asılmıştı. Onlar Caernarvon kalesinin mutlaka alınmasını istiyorlardı, böylece İngilizlere karşı kullanabilecekleri çok önemli bir takviye noktaları olacaktı. Kral nefesini tamamladı ve “Dublin isyancılarını krallığa bağlamak için adamlar hazırlansın, isteğim böyledir” dedi. Prens söz aldı “Babam, Atam, Kralım, emriniz üzere karşı çıkmak haddime değildir lakin İngilizlerden bir ordu biz burada otururken Caernervon’a doğru yola çıkmış bile, eğer o kale İngilizlerin eline geçerse Edirburga kadar tüm yollar korunmasız kalacak. Inverness kalesinden takviye yapmak çok uzun zaman alıyor, izin verin ben York’daki kuvvetlerimle Caernervon’a saldırayım. Eğer kaleyi alırsam sizi şereflendirmek için eğer ölürsem sizi yine şereflendirmek için olacak” dedi.

Bu bir intihar saldırısı demekti ve bunu orada bulunan herkes biliyordu. Caernervon asileri yıllardır başlarına buyruk yaşıyorlardı ve uzun merdivenlerle bile zor çıkılacak duvarları vardı. 6 birlik askerle o kalenin alınması imkansızdı, üstelim tamda 6 birlik sayılmazlardı York’un alınması sırasında ölen askerlerin takviyeleri yapılmamıştı. Ayrıca kale alınsa bile İngilizlerin bu hiç hoşuna gitmeyecekti ve müttefiklik daha ilk yıllarında bozulabilirdi. Bu yüzden Kral Malcolm bu isteğe olumsuz cevap verdi ve Prens Edward istemesede ona uymak zorunda kaldı. Ordular Dublin yollarına yöneldi ve Dublin asileride 2 yıl süren kuşatma sonucunda yapılan savaşta Krallığa bağlandı. Dublin fatihi ordu Inverness kalesine çekilmiş ve yenilenmek için beklemeye başlamıştı. Bu sırada dünyanın öbür ucunda Bağdat’ı almak için Mısırlılar Cihad başlattılar ve Bağdat’ı devletlerine bağladılar. Aradan geçen 5 yıla rağmen Caernarvon kalesi halen isyancılar elindeydi. Oraya doğru yola çıkan ordu yolda isyan çıkarmış ve İngiliz krallığına karşı savaşa girmişti, Caernarvon  bu yüzden İngilizler tarafından işgal edilememişti.

Ölümü
Kral Malcom öldüğünde 62 yaşındaydı yerine oğlu Prens Edward Kral oldu. Sarayında huzurlu bir şekilde gözlerini yumdu. Kral Malcolm barışcıl bir politika izledi ve İngiltere ile iyi geçindi. Krallığı süresince ekonomik zorluklarla uğraştı, asi şehirlerini başkent Edirburg seviyesine getirmek için çabaladı durdu. Caernarvon hep aklının bir ucunda durdu ama İngiltere’nin baskısından çekindiği için hiçbir zaman oraya askerlerini yollamadı. Ölümünden bir sene önce başkent Edirburg sarayının büyütülmesi emrini verdi ama sarayın bitirilişini görmeye ömrü yetmedi.


- - - - - --- & --- - - - - -
Kral Beyaz Edward  (1217-1269)

 Kral Edward 35 yaşında tahta geçti. Generaller onu çok büyük bir askeri deha olarak görmeseler de o kendinin hep büyük bir general olduğunu düşünürdü. Tek kardeşi Prens David o kral olduğunda 19 yaşındaydı. Kardeşiyle çok iyi anlaşıyordu. Askeri fikirlerinde kardeşi David onu örnek alıyordu.


İlk İcraatları
Kral olduğunda hazine sıkıntıdaydı, inşaatlar durmuş tüm para Edinburg sarayının inşaatı için harcanmıştı. Onun kafasındaysa bir an önce Inverness kalesinin yeniden yapılanması vardı ama saray inşaatı ilerlemiş olduğundan iptal ettirmedi. İlk günden Caernarvon kalesinin fethi için planlara başlamıştı. Babasının aksine daha agresif bir yapısı vardı. Kardeşi Prens David’e ordusuyla Caernarvon kalesine gitmesi için emir verdi. O yıllarda İskoçya ordusu köylü okçular ve milislerden oluşuyordu. Caernarvon kalesinin fethi için gerekli asker vardı ama eğer İngilizler buna sinirlenip müttefikliği bozarlarsa ülkeyi savunmak için adam ve para bulmakta zorlanacaktı. Yinede egolarına yenik düştü ve fikrinden vazgeçmedi. Caernarvon fethini tamamlamak onun rüyasıydı.


Caernarvon Fethi
Kral Edward Caernarvona gidecek ordunun başına Alaxendar Canmore  isimli generalini getirdi. Alaxendar küçüklüğünden beri sarayda büyütülmüş soylu bir ailenin çocuğuydu ve çok başarılı bir generaldi. 23 yaşında olmasına rağmen 4 kez Demir Yıldız nişanı almıştı. Caernarvona 1200 askerle giden Alaxendar 5 yıl süren kuşatma sonucunda dışarı çıkmak zorunda kalan asilere karşı çok az  bir kayıp vererek kaleye girdi. Prens Edward kaleye saldırmalarını istiyordu ama Alaxendar çok fazla kayıp vereceklerini düşünerek kuşatmaya kralı ikna etmişti. Bu ordu İskoçya’nın elindeki tek orduydu ve büyük kayıp verilmesi halinde ülke güvenliği tehlikeye düşebilirdi.İngilizler Caernarvon kalesinin fethine ses çıkarmadılar lakin kendileri o sırada Fransa ile Baltık denizinin öteki kıyısında savaşa girmişlerdi. Başkent Edirburga gelen haberci Caernarvon kalesinin fethini haber verdiğinde, Kral Edward sevinçten nerdeyse çocuklar gibi oynayacaktı. Hemen çok büyük bir ziyafet hazırlanmasını emretti. O sıralarda İskoç köylüleri fakirlik içinde yaşamaktaydı ve bu hareketi halk arasında pek hoş karşılanmadı.

Ticaret Anlaşmaları ve Yeni Müttefikler
Kral Edward krallığının ilk yıllarında Fransa, İspanya ve Portekiz ile ticaret anlaşmaları yaptı. Dublin ve York şehirlerine liman inşa ettirdi. İlerleyen yıllarda Portekiz ile de müttefiklik anlaşması yaptı. Fransa’ya da bir elçi yollamıştı ama Fransızlar, İngilizler’le olan ittifakını bahane edip müttefikliği kabul etmediler. Bu hareketleri Edward’ın onurunu kırmıştı.


Tehlikeli Hamle, İngiltere İttifakı Çatırdıyor
1229 yılının yazında beklenmedik bir şeyler oldu, Portekizler Fransa’nın müttefikiydi ve İngiltere’ye savaş açtılar. İskoçya bir seçim yapmak zorunda kalmıştı. Şimdiye kadar kendilerine sadık olan İngilizlerle uzak müttefikleri Portekizler arasında seçim yapmak aslında kolaydı, akıllı Generaller ve saray ileri gelenleri, İngiltere’nin desteklenmesi gerektiğini şu anda İngiltere’yi karşılarına alacak güçleri olmadığını ileri sürerek Kral Edward’ı etkilemek istediler. Aslında beklenende buydu fakat hiç de sanıldığı gibi olmadı;

Habercinin atı çatlamak üzereydi, haber hemen Krala ulaştırıldı ve Generallerini topladı. “Generallerim, gün seçim yapma günüdür!, İngilizler köşeye sıkıştılar ve hep aşağılık gördükleri bizden yardım dilenecek hale düştüler.” Bu sözleri çok alaylı bir ifadeyle söylemişti. “Güneyde, sıcak topraklarda, Fransa ve dostumuz Portekizliler İngiliz askerlerinin canlarını çoktan almaya başladılar, bizden de İngiltere ile müttefikliğimizi sonlandırmamızı istiyorlar” dedi. Kardeşi Prens David söz aldı ve “Onlara saldırmamızı istiyorlar” dedi. “Hayır, sadece ittifakımızı sonlandırmamızı istiyorlar ve bende bunu kabul ettim” dedi.

Bu sözler odaya bomba gibi düştü. Generaller bir anda irkildi. Biliyorlar diki İngiltere bundan hiç hoşlanmayacaktı, İngiltere ile savaşacak modern bir orduları bulunmuyordu ve ta uzaklarda olan bir savaş için bu değermiydi. Elbette seslerini çıkartamadılar. Prens David “Kralım sen çok yaşa” dedi ve diğerleri onu takip etti.

Böylece İngiltere ile süren uzun yıllık müttefiklik İskoçya tarafından sonlandırılmış oldu.


İngiliz Kralının Cevabı: Bu savaş demek !
İskoçya’nın ittifakı bıraktığı haberi İngiliz Kralına ulaştığında kral sofrada yemek yemekteydi, sinirden çılgına döndü, İskoçyalılar kendilerine saldırmamışlardı ama nasıl olurdu yardım etmek yerine mevcut anlaşmaları bozarlardı. Onlar ki bir avuç çapulcu sürüsüydü. Bu açıktan olmasa da bir ihanet demekti ve emrini verdi, York şehrine saldırılacaktı. Fakat bunun için ne ordu nede ordunun başında general vardı. Yinede Nottingham kalesinin muhafızlarının yollanmasını emretti. Sinirden öyle deliye dönmüştü ki bu yaptığının ne kadar aptalca bir hareket olduğunu bile anlayamadı. Zaten ordusu ve tüm generalleri güneyde erirken kuzeyde yeni bir cephe açmaya ne gerek vardı. Güney sınırlarını güvene aldıktan sonra İskoçlarla kozlarını paylaşabilirdi ama öyle yapmadı buda onun en büyük hatası oldu.


York Savaşı
4 tümen seçkin şövalye ile York’u kuşatan İngilizleri Caernarvon’ dan gelen Alaxendar’ ın ordusu karşıladı. Şövalyeler iyi ve seçkin piyadeler olmasına rağmen sayıca fazla olan Alaxendar’ın ordusu karşısında tam bir kıyım yaşadılar. Çok az sayıda esir alındı gerisi öldürüldü. Esirler için fidye verildi. Bu savunmadan sonra Kral Edward, General Alaxendar’ı tüm ordularının baş komutanlığına getirdi ve ona bir demir yıldız nişanı daha taktı ve yeni emrini verdi. Nottinghamı kuşatın!.


Nottingham Kuşatması
Kral Edward saldırın diyordu ama Nottingham kalesi yüksek burçlarla çevriliydi. İçerdeki halkın 9 yıl yetecek kadar erzağı vardı. Kral emrini değiştirdi, Nottinghama saldırın. Kuşatmayı bekleyecek vakit yoktu, İngilizlerin destek orduları gelmeden yıldırım hızıyla kalenin alınması gerekiyordu. İçerde az İngiliz birliği olmasına rağmen pek çok kayıp verilebilirdi fakat kralın umrunda olan bu değildi. Tek istediği daha fazla ingilizin ölmesiydi.

Inverness’ den gelen takviye birliklerle kale kuşatıldı. Sayıca çok fazla bir İskoç ordusu kuşatmaya katılmıştı fakat tek problem şuydu, İskoçya’ nın elinde sadece bu ordu vardı. Olası bir yenilgi İskoçya’ nın sonu demekti. İngilizler’ in tüm güçlerini Fransa sahillerine yığması Kral Edward’ın en büyük şansıydı.


Bir Gecede Yaşlanan Kral
Nottingham’ ın alınacağından emin olan Kral Edward sevinçliydi. Nottingham’ da çok az sayıda birlik kaldığını biliyordu ve kaleyi aldıktan sonra ordusuna Londra’ya ilerlemesini emredecekti. Ada’nın tüm hakimi olacak ve adı tarih kitaplarına yazılacaktı.

800 kişiyle kaleyi kuşatan Alaxendar’ ın ordusu 200 kişilik seçkin şövalye birliğine karşı saldırıya geçti. İngiliz şövalyelerini ne kadar küçümsediklerinin kendisinin bile haberi yoktu. 4 koldan ön surlara saldırı başlattı. Burçları savunan sadece iki şövalye birliği vardı. Geriye kalan 2 süvari birliği ise merkez kaleye çekilmişti. İskoçyalıların tenekeden zırhına karşılık şövalyelerde delinmesi çok zor zırhlar vardı. Önce sağ burçtan çıkmaya çalışan 3 piyade tümenini püskürttüler. Geriye kalan tüm piyadeler ve okçular sol burcu almaya çalışıyorlardı. Fakat İskoçların zırhları ve cesaretleri yeterli değildi. Tanrı bugün İskoçlara yardım etmeyecek gibi gözüküyordu. Önce zırhlılar kaçtı sonra okçular. Alaxendar orduyu toparlamakta zorlanıyordu. Savaşı kaybedeceğini ilk o an anlamıştı ama dönülmez bir noktadaydı. Edirburga dönüp yeni bir ordu toparlayıp gelmesi onun için ölümden daha kötü bir kaderdi. Başarısızlık öğretilmemişti ona.

Dağılan orduyu toparlayan Alaxendar 2 dalga saldırıyı başlattı fakat bu sefer tüm kuvvetini sağ burca verdi. Sol burçtakileri oyalaması için ufak bir grup yolladı. Plan başarıyla işlemeye başlamıştı. Sağ burçtaki şövalyeler gerilemeye başlamıştı, hepsi kaçamadan öldüler. Fakat İskoçlarında sayısı iyice azalmıştı. Okçularda dahil herkes sol burca kılıçlarıyla saldırdılar. Ölümüne bir savaş yaşanıyordu. Sanki dünyanın merkezi için savaşıyorlardı.

30 kadar İskoç okçusu ve 15 kadar piyade kalmıştı ama sol burçta temizlenmişti. İç kalede 2 tümen Royal Knight Süvari  birliği kalmıştı sadece ve Alexandar’ ın ise sadece 30 okçusu, 15 piyadesi ve 80 atlısı kalmıştı. Savaşı kazanabilirdi, bu kadar ucuna gelmişken dönemezdi.

Tüm gücünle üfle dedi borazancısına, en başta kendisi tüm askerleriyle ölümüne bir koşuya tutuldu.


Alaxendar’ın Şerefi
Atını kamçılarken rüzgarın uğultusundan sarhoş olmuştu, hiç bu kadar hızlı sürmüşmüydü atını acaba, hiç bu kadar sonsuzluğa doğru koşmuşmuydu düşünmeden. Royal Süvarilerine nerdeyse rüzgar hızıyla çarptı İskoç atlıları ama duvara çarpmış gibi hissetmişlerdi. Alaxendar acı kuvvetlerini bir kez daha anladı şövalyelerin, bu zırhları ağır düşmanlarının cesaretleridemi ağırdı! Kendisinden ağır olamazdı, olmamalıydı. Teker teker düşüyordu etrafındaki korumaları ve arkasını göremiyordu, tek gördüğü önündeki düşman kafalarıydı. Kılıcını o kadar sert sallıyorduki rüzgarından miğferinden sarkan saçları uçuşuyordu.

Bir anda tüm sesler kesildi, önündeki tüm düşmanlar beyaza dönüştü. Kalbinin üstüne almıştı yarayı, bir kılıç asılı kalmıştı göğsünde, göğsüne inen kılıç değil dünyalardı belkide zaferi göremeyecekmiydi, kaleyi aldıklarını göremeyecekmiydi. Bu düşünce sardı birden zihnini, korktu, ölümden değil, kaleye İskoç bayrağını çekip çekemeyeceklerini bilemeyecek olmasından korktu. O sırada kulakları tekrar duymaya başladı, gözleri görmeye başladı, kaçın diyordu birileri. Ordusu kaçıyordu, artık son gücüde kalmamıştı. Atından düştü, kafası kaçan askerlerinin olduğu yöne çevrildi. Kanlı ayaklarıyla kaçıyorlardı. Son gücüyle göğsündeki 5 gümüş yıldızı kopardı ve “Sana layık olamadım” sözleri döküldü fısıltıyla.


Sarayda
"Tüm ordumuz yok edildi Kralım!" Haberci tir tir titriyordu. Beyninden vurulmuşa döndü Kral Edward, babası Malcolm’ un sözlerini hatırladı. “Erken atılan ok ancak karıncayı öldürür”.

Sabah kalktığında tüm saçları bembeyazdı. O günden sonra Beyaz Edward dendi ona.


İskoçya’ nın Kaderi
İskoçya’ nın ordusu artık yoktu. Haber yayıldığında İngiltere yolu üzerinde tüm köylerde panik başladı. Başkent de dahil hiçbir şehirde 1 garnizondan fazla asker bulunmuyordu, o garnizonlarıda milis mızraklıları oluşturuyordu. Durum tam anlamıyla felaket gibi gözüküyordu. Kral Edward’ ın dünyası başına yıkılmak üzereydi. Tam bu zamanlarda Papa Antakya için Haçlı seferi ilan etti. Bu Edward için tarihi bir dönüm noktası olmuştur ve kendisine yeni bir lakap eklenmesinide sağladı. Bazıları ilerde Papaz  Edward diye anacaktır kendisini.

Kayıtlı
BERK15
Ziyaretçi
« Yanıtla #2 : Mart 23, 2009, 08:01:16 ÖS »


Haçlı Kandırmacası
Kral Edward için bu bir fırsattı hemen emirler verildi ve önce milis kuvvetlerden oluşan bir ordu tüm şehirlerden toplandı başına General Marcous verildi ve haçlı seferine gönderileceği söylentisi etrafa yayıldı. Tüm köylerden haçlı seferi adı altında adam toplanmaya başlamıştı. Evet çoğu kılıç tutmasını bile bilmeyen köylülerdi ama sayıca çok üstün bir ordu daha 1 yıl geçmeden kurulmuştu bile. Talih rüzgarları güneydende serin esmeye başlamıştı. Fransızlar ve Portekizler İngiltere’ nin Caen kalesine zebani gibi çökmüşlerdi, Danimarka’ da İngiltere ye karşı yeni bir cephe açtı. İngiltere’ nin tüm deniz kuvvetleri ve 1 yıl içinde imha edilip, limanları ablukaya alınmıştı Danimarka donanması tarafından. Caen’ den geriye ordu göndermesi imkansızdı. Eğer biraz becerikli olabilirlerse Alaxendar’ın intikamını alabilirdi İskoç askerleri, bu yüzden Edward ikinci bir ordu kurulmasını istedi ve bunun içinde kardeşi Prens David’i görevlendirdi. Tüm inşaatlar durmuştu eldeki tüm para milis kuvvetlerinden oluşan 2. orduyu kurmak ve haçlı adı altında gene asker toplamak için harcanıyordu. Bu sırada başkent yakınlarında tehlikeli bir isyan çıktı ama hemen bastırıldı. İlk ordu Nottingham ikinci ordu Londra’ ya doğru yola çıkmıştı bile. İkinci bir umut doğmuştu şimdi, Fransız, Portekiz ve Danimarka orduları tüm İngiliz birliklerini Caen’da sıkıştırmış ana kara ingilteresi tamamen savunmasız kalmıştı.


Kuşatmalar, kuşatmalar
10 yıl süren kuşatmalar geçmeyecek gibiydi, hem İskoç halkı hem İngiliz halkı bu yıllarda çok sefalet çektiler. 1 ordunun Nottinghamı kuşatmasının ardından 2. orduda başkent Londra’ yı esir almıştı. Fakat kuşatmaktan başka çareleri de yoktu. Olası bir kale veya şehir saldırısının başarısız olacağı aşikardı. Tek şansları güneyden destek kuvvetlerinin gelmemesi için dua etmekti. Bu zaman içinde hazineye tek altın bile girmedi, hersene kasa eksiye düşüyordu. Haçlı seferi için toplanan adamların nerdeyse hepsi kaçmışlardı. Ellerinde yine sadece milislerden oluşan ordu kalmıştı ve sayılarıda 1000’i geçmiyordu. Ama İngiltere’ ninde gücü kırılıyordu. Denizde tüm limanları Danimarka tarafından abluka altına alınmış, Londra ve Nottingham İskoçların kuşatması altında ve Caen, Caen bambaşkaydı, İngilizler orda muhteşem bir direnme gösteriyorlardı, akın akın gelen Portekiz ve Fransız ordularına karşı ayakta duruyorlardı. Eğer bir fırsatını bulup tek bir ordularını bile anakaraya yardıma gönderebilseler, Kral Edward’ın muhtemelen bir dahaki seneyi görebilmesi imkansızdı ama bu sefer Tanrı İskoçların yanındaydı.  Yinede durum çok ümitli değildi, eğer kuşatmalar yarılırsa zaten bitik olan devlet hazinesi ile tek adam bile toplamak mümkün olmayacaktı ve İngiltere için şans dönmüş olacaktı. Dengeler çok ama çok hassas bir çizgide duruyordu. İki devletten biri ya yaşayacaktı yada yok olacaktı, ortası yok!


Tanrı İskoçları korusun!
Kuşatmaların 8.yılında Londra hiç savaşmadan teslim oldu. Bu hiç beklenmeyen bir şeydi. İskoç rahiplerinin duaları kabul olmuştu sanki, Kral Edward sarayında zevkten çıldırmak üzereydi, devamlı yeni planlar yapıyor, ülkeyi ilerde nasıl genişleteceğine dair planlarını anlatıyordu. Londra düşmüştü ya gerisi kolaydı, oysaki Nottingham kalesi daha öncede dünyasını başına yıkmıştı, ama o ders almıyordu. Yine dereyi görmeden paçaları sıvamaya başlamıştı. Londra’ yı kuşatan ordu Nottingham kuşatmasına yardıma gitti. Artık sayıları oldukça fazlaydı ve kaledeki ordu dışarı çıktığında bu avantajı kullanabileceklerdi. Son 1 yıllık erzakları kalmıştı, artık Nottingham bir mucize olmazsa kapılarını açacaktı. Kapılar açıldığında var güçleriyle saldırdılar, bu sefer burçlarda değil açık alanlarda savaşıyorlardı ve İngiliz şövalyelerin üstünlüğü yok olmuştu. Daha önceki mağlubiyetten ders alan İskoçlar bu sefer hata yapmadılar ve Nottingham surlarına İskoç bayrağı çekildi.



Dünyanın en şanslı Kralı
Kral Edward beklide tarihde en çok lakap alan Kral olacaktı. Beyaz Kral, Papaz Kral, Şanslı Kral. Eğer tüm sıra gelen olaylara şans demek gafletinde bulunanlar olduysa onlar ancak inançsızlar olacaktı. Bu tanrı nın İskoç halkına bir lütfu olmalıydı. İmkansız gibi gözüken fetih tamamlanmıştı, hemde İskoçya içim tüm umutların tükendiği bir noktada. Fransa, Portekiz ve Danimarka üçgeninde sıkışan İngiltere artık anakaradan tümüyle kovulmuştu. Tarihde bu kadar güçsüz bir devletin bu kadar büyük bir fetih tamamlaması, başka neyle ölçülebilirdiki. Gün şenlik günüydü, Londra ve Nottingham yamalandı, kasa bu paralarla dolduruldu. Kral Edward bir gecede halkının tekrar kahramanı olmuştu. Yeni doğan çocuklara yeniden Edward ismi verilmeye başladı. Bu tarihi bir yıldı.


Krallık Yeniden Şahlanıyor
Hazine ağzına kadar dolmuş ve çok kısa bir sürede ordu yenilenmişti. Kral Edward’ ın aklında son İngiliz kalesi Caen vardı. Tatmin olmayan egosu onu devamlı yeni maceralara sürüklüyordu. Oysa Caen tam bir cehennemdi. Eldeki ordunun 2 misli olsa bile orayı almak imkansızdı. Kardeşi David onun bu fikrinden vazgeçmesini sağlamak için çok çabaladı ve nihayetinde başardı. Artık daha fazla savaş olmamalıydı, şimdi zenginliğin tadını sürme zamanıydı. Hemen bir elçi yollandı ve İngiltere’ye tehdit içeren bir mektup iletildi. Ateşkesi çaresiz kabul etti İngilizler. Artık hiçbir düşman kalmamıştı.

20 yıl süren bir savaşı tetikleyen ilk fitil olan Caernarvon kalesi şehre dönüştürüldü, artık Nottingham kalesi vardı. Orduda rütbe alan birlikler haricinde tüm askerler terhis edildi ve evlerine yollandı. Rütbe almış askerlerden ufak bir ordu kuruldu ve Caernarvon yakınlarında kurulan bir kaleye ülke iç savunması için daimi olarak yerleştirildi. Nottinghamda’ da tam 20 tümenden oluşan ağır zırhlı modern bir ordu kuruldu. Artık savunma işleri tamamlanmıştı. Para şehirlere akmaya başladı, refah seviyesi arttı. Tüm ülke bir inşaat şantiyesine dönmüştü. Kral Edward Tanrı, Şans ve Fransa, Portekiz, Danimarka üçlüsünün yardımıyla muhteşem bir ülke yaratmıştı ve bu gerçekten onun eseriydi. Edward inşaatlara para harcadıkça halk onu daha çok seviyordu, şimdi gerçekten refah günleriydi. Her yerde neşeli insanlar vardı. Halkın gözünde Edward gerçek bir Kral olmuştu. Milan' la ticaret anlaşmaları yaptı. 1259 yılında Fransa ile ittifak kurdu. 1263 yılında İngiltere, Danimarka ordusu tarafından yıkıldığında artık güney sahilleri tamamen güven altındaydı.


Ölümü
Son yıllarında kendini dine adadı. Tüm günlerini kilisede geçirmeye başladı. Devlet işlerini kardeşi David’ e devretti. Ölmeden önce Vatikan’ la sıkı ilişkiler kurdu. Tek üzüntüsü Kardinaller meclisine hiçbir Kardinal sokamamasıydı. Gece gündüz bunun için çalışıyordu. 1269 yılında 61 yaşında bir kış sabahı kiliseye giderken saray merdivenlerinden düşerek ağır yaralandı ve acılar içinde öldü. Saray doktoru geldiğinde çoktan son nefesini vermişti. Hiç erkek çocuğu olmadı,  bunun yerine iki tane kız çocuğu oldu. Ölümünden sonra  kardeşi Prens David tahta geçti. Tüm hatalarına rağmen, muhteşem bir ülke miras bıraktı. Ruhu huzur bulsun.


- - - - - --- & --- - - - - -
Kral David  (1269-1301)

Prens David abisinin ölmesi üzerine 45 yaşında tahta oturdu ve Kral oldu. Hiç savaş tecrübesi olmayan bir kraldı. Hayatı boyunca sarayda oturmuş ve devlet yönetimi hakkında oldukça tecrübe sahibi olmuştu. Abisi Kral Edward’ ın aksine yüce Tanrı kendisine iki tane oğlan çocuğu vermişti. Kraliyet soyu kendi kanından devam edecekti. Büyük oğlu Prens James babası tahta çıktığında 25 yaşındaydı ve askeri alanda ilgisi vardı, babası ile pek çok kez askeri fikirleri tartışırlar uzun geceler boyunca ordunun başına geçmek ve askeri eğitim almak istediğini söylerdi, babası Kral David onun devlet adamı gibi eğitilmesi istiyordu ama yinede isteğine engel olmadı ve  Prens James askeri eğitim alıp gençlik yıllarını kalelerde geçirdi.


İlk İcraatları
Kral David abisi Edward gibi değildi, daha zeki ve sabırlıydı. Etrafındaki olayları gözlemliyor ve dünya hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istiyordu. Yeni diplomatların alınmasını emretti ve bunları daimi kalıcı olmak için belli yerlere gönderdi. İlk daimi Vatikan büyükelçiliği kendi döneminde kuruldu. İskoçya artık büyük bir krallıktı ve bir çok ülke ile ticaret ve ittifak anlaşmaları vardı. Avrupa’da tüm devletler muhteşem bir hızla büyümüş ve büyük ittifaklar kurulmuştu, oda bunların içinde bulunmak istiyordu. Danışmanlarına bir analiz yapmalarını, Papalık hakkında daha fazla bilgi ve dünyanın siyasi bir haritasının çıkartılmasını istedi.

Kayıtlı
BERK15
Ziyaretçi
« Yanıtla #3 : Mart 23, 2009, 08:02:42 ÖS »

1269 Yılında Dünyanın Genel Analizi

1269 yılına gelindiğinde dünyada belirli ülkeler kendi alanlarında ciddi ilerlemeler göstermiş ve bölgesel güç olma yolunda ilerliyor yada olmuşlardı. Kuzeyde Danimarka, Kutsal Roma İmparatorluğunu (Vatikan Değil, Hre) sömürgesi altına almış ve Caen’ a kadar tüm Atlantik okyanusunda kıyı şehirlerine sahip olmuştu, çok zengin bir devlet olan Danimarka aynı zamanda etrafındaki tüm ülkelerle müttefiklik kurmuş ve büyük bir paktın üyesiydi. İskoçya ise kendisine göre gelişmiş ekonomisine rağmen askeri ve ticari olarak kıta devletlerinden oldukça geride bulunuyordu. Örnek vermek gerekirse Danimarka askeri kuvvetleri İskoçya ordusundan tam 6 kat büyüktü.

Orta Avrupa da Venedik, Kutsal Roma’ nın Danimarka’ nın sömürgesi haline gelmesiyle doğan boşluğu iyi değerlendirmiş, yıllarca Vatikan’ la savaştıktan sonra Roma’ yada sahip olmuş ama elinde tutamamıştı. Yinede oldukça güçlülerdi. Fransa dübnyanın en büyük askeri gücüne sahip olmuştu ve hemen peşinden Danimarka geliyordu. Rusya ve Polonya geniş topraklara hükmediyorlardı ve kaplarına sığamaz olmuşlardı.

Macaristan İstanbul’a kadar tüm Bizans topraklarını ele geçirmişti. Türkler ise tüm Anadolu’ ya hakim olmuşlar ve Anadolu daki son Bizans şehri olan İznik’i de almak üzereydiler. Mısır tüm kutsal toprakları elinde tutuyor ve zenginliğine zenginlik katıyordu. Antakya üzerine düzenlenen son haçlı seferinde şehri savunamadılarsada güçlerinden hiçbir şey kaybetmemişlerdi.

İberya yarımadasında ise bölünmüşlük hakimdi, Emeviler bölgesel güç olmuştu. Portekiz Lisbon’ da mahsur kalmış. İspanya sadece iki şehri elinde bulunduruyordu. Venedik tarafından işgal edildikten sonra Vatikan askerleri isyancıların elinde bulunan Zaragoza ve Valencia’ yı işgal etmişlerdi.


Avrupa içten içe kaynıyordu, Anadolu ve İberya yarımadası dışında hiçbir yerde savaş yoktu ve ülkeler devamlı tetikteydi. Çok ciddi büyük ittifaklar kurulmuştu ve ufacık bir kıvılcım koskoca kıtayı barut dolu bir fıçı gibi patlatmaya hazırdı. Prensler ordan oraya koşturuyorlar, her taşın arkasında ince hesaplar yapılıyordu. Kutsal Roma’ nın (Hre) sömürge haline gelmesi Avrupadaki bir çok dengeyi bozmuştu. Her şey normal gözüksede, olağan üstü şekilde kıtaya barış hakimdi. Tabi içten içe yapılan hesaplar ve pazarlıkları sadece tanrı bilebilir.

İşte Kral David böyle bir dönemde İskoçya’ nın tahtına oturdu.


Diplomasi Atakları
Kral David diplomasiye çok fazla önem veriyordu, o dedesi Kral Malcolm ve abisi Kral Edward gibi değildi. Atların ve askerlerin içinde büyümemişti. Bir çok diplomat yetiştirdi ve daimi elçilikler kurdu. 1270 yılında Polonya ile ittifak anlaşması, 1271 yılında Rusya ile ticaret anlaşması, 1273 yılında Venedik ile ticaret anlaşması ve 1275 yılında Vatikan ittifak anlaşması imzaladı.  Vatikan’a yolladığı elçiyle beraber içinde tam 5000 florin bulunan bir hazine sandığı da yolladı ve elçiler Vatikan’da çok iyi ağırlandılar. Kral David sağlam dostlar ediniyordu.


Danimarka Askerleri Yolunu Şaşırmış !
1273 yılının yazında Danimarka ordusunu taşıyan bir gemi Londra açıklarına yanaştı ve kıyıya asker çıkardı. Haber saraya ulaştığında Kral David sakindi. Hemen bir elçi yollanmasını ve bunun sebebini öğrenmek istedi. Danimarka en güvendiği müttefikleriydi ve onların niyetini anlamak istiyordu. Danimarka askerleri fırtınada geminin sığınmak için kıyıya yanaştığını ve fırtına dindikten sonra yollarına devam edeceklerini söylediler. Kral David ülkelerinde misafir olduklarını ve kaldıkları sürece en iyi şekilde ağırlanmalarını emretti. Herhangi bir kaza yaşanmaması içinde oğlu Prens James 20 tümenlik ordusuyla Londra önlerinde geçiçi bir kamp kurdu, tam Danimarka askerlerinin kampının karşısına! 1 yıl Londra Danimarka askerleri başkentlerinden gelen gemiyle tekrar İskoç topraklarını terk ettiler. Giderken yanlarında bir çok da hediye vardı, krallarına verilmek üzere. Bu olayda soğukkanlılığını koruyan Kral David olası bir yanlış anlaşılmaya karşı çıkabilecek çatışmayı önlemeyi başarmıştı, bu durumdan Prens James pek memnun olmamıştı ama diplomasi yapmaları gerektiğine babası onu inandırmıştı. Öyle ya çok uzun yıllardır müttefiklerdi.


İsyancılar
İskoç topraklarında yönetimin çok iyi olmasından kaynaklı çok nadir isyanlar çıkıyordu bunların en büyüğü Londra yakınlarında oldu ama Prens James ve onun ordusu tarafından hemen bastırıldı.


Kardinal Hayali
Kral David diplomasi ataklarına devam ediyordu, onun gözünden bakınca tüm Avrupa da hiç bozulmayacak ebedi bir barış vardı. Bir yandan da kilise çalışmalarına önem veriyor, abisinin vasiyetini yerine getirmek için çabalıyordu. Kardineller meclisine bir İskoç kardinal sokabilmek en büyük hayaliydi. Abisi bunu başaramamıştı ama şimdiki imkanlar çok farklıydı, kiliselere sandık sandık altın taşınıyor ve çalışmaları çok güçlü bir şekilde destekleniyordu.


Misafirler Gene Geldi Kralım
1278 yılının yazında Danimarka gemileri tekrar Londra açıklarındaydı ve tarih tekerrür ediyordu. İskoçya’ nın misafirleri vardı. Prens James bu sefer büyük tepki gösterdi. Sarayda bir toplantıda sert bir görüşme yaşanıyordu. “Müttefiklerimiz diye istedikleri zaman topraklarımıza ordu çıkartabilecekleri fikrine nerden kapıldılar!” diye haykırdı Prens James. Babası onun bu sert çıkışlarına alışkındı ve bir Kral değil baba şefkatiyle konuşurdu her zaman Kral David oğluyla. Ama oda Prens James’e hak veriyordu, fakat diplomasi yoluyla her şeyin çözülebileceğine öylesine inandırmıştıki kendisini, kendisi kral olduğu müddetçe savaş son ihtimaldi. “Bu seferki bir gözdağı verme, Danimarka Kralı dostumuz sanırım bizi fazla sevmiş olsaki yine misafirimiz olmaya gelmiş” dedi ve güldü Kral, Prens James babasının sözlerini tamamlamasını bekliyor ve merakını gizleyemiyordu. “Danimarka’da ki elçimiz 100 altın dolu bir sandığı Krallarına iletsin, ve bundan sonraki 4 sene boyunca aynı hediye sandığını yineleyeceğiz” dedi.


Ama bu Vergi Ödemek !
Prens James’ in şaşkınlıktan elindeki kadehi yere düşürdü. “Ama bu vergi ödemek!” dedi, gözlerini kocaman açarak, “Hayır bu diplomasi” dedi Kral David, ve “Aynı zamanda gerekli bir şey” diye ekledi. Prens James’ in gözünde artık babası güçlü bir kraldan öte sadece yaşlı bir ihtiyardı. O gece sarayı terk etti ve kendisi gibi asker olan kardeşi Dauid’ ide yanına aldırdı, onunda bu sarayda kalıp babasının yanında çürümüş fikirlerle zehirlenmesini istemiyordu. Caen’daki kalesine yerleşti ve babasını ziyarete hiç gitmedi. Geçen günlerde ve aylarda babasıyla sadece haberciler aracılığıyla görüştüler. Bir türlü bunu kabullenemiyordu, nasıl olurda atalarının kanlarını ve terlerini dökerek kazandıkları toprakları, kılıç ve zırhları yerine köylülerden aldıkları altınlar ile korurlardı. Bu çok onur kırıcıydı, ama zamanın kralları buna diplomasi diyorlardı. Diplomasinin canı cehennemeydi.


İskoçya Altınları Danimarka Kralına Meze Oluyor
Bundan sonra geçen senelerde Kral David’ in sözde diplomasi elçileri Danimarka ile nedende daha çok görüşmeye başladılar. Önce vergiler her yıl olmak üzere 200 altına sonrasında ise yıllık 500 altına çıkarıldı. Danimarka Kralı sözde müttefiki İskoçya’ya parası bittikçe ordularını yatılı misafirliğe yolluyor ve her seferinde elleri dolu bir hazine sandığı ile dönmeleri sağlıyordu. Artık İskoçya buna alışmıştı. Prens James ise her geçen gün kahroluyordu. Onun tek yapabildiği hazine sandığı taşıyan ve her yıl giden elçilere koruma çıkartmaktı. Ama içinde bileniyordu, öfkesi ve gazabı günden güne büyüyordu. Her giden sandık elçisi için bir Danimarka şehrini alıyordu rüyalarında ve ter içinde uyanıyordu geceleri. Babasının aciz yapısı onun eziyeti haline dönüşmüştü.

Tam 14 yıl elçiler her sene daha da ağırlaşan altın sandıklarını Danimarka’ ya taşımaya devam ettiler. Taki kralın ölümüne kadar.


Ölümü
Ölümünden 3 yıl önce en büyük rüyasını gerçekleştirdi Kral David. Abisinin vasiyeti olan şeyi başardı. Kardinaller meclisine bir de değil tam 2 tane üye soktu,  abisinin ruhu huzur bulmuştu artık. Bu başarının üstüne kiliselerde her yıl o tarihi kutlamak için halka ziyafetler verdirdi ve kiliseye olan bağışlarını arttırdı.  1286 yılında Macaristan ile 1295 yılında Rusya ile ittifak anlaşması yapıp müttefiklerini çoğalttı. Ölmeden önceki sene Danimarka’ ya ödediği vergi miktarı 1000 altına kadar çıkmıştı ve o bunu başarı olarak görüyordu. Öyle ya krallığı süresince askerleri hiç savaşmak zorunda kalmamıştı. Ülkesini dedesi Kral Malcolm gibi yönettiğini söyledi durdu hep, oda dedesi gibi barış yanlısıydı ama şunu hep unutuyordu, dedesi Kral Malcolm hiçbir zaman vergi ödemek zorunda kalmamıştı. Eğer kalsaydı muhtemelen ölmeyi seçerdi. Oğlu Prens James ile hiç görüşemedi 14 yıl boyunca, bir çok kez çağırttıysada Prens James hep bir bahane bulup gelmedi, sadece iki kez küçük oğlu Prens Dauid onu ziyarete geldi. Sırtında çıkan bir çıban sebebiyle hasta yatağında ruhunu teslim etti. Ölümünden sonra kiliseler tam 1 ay süren yas ilan ettiler, kendilerine (kiliseye) zenginliğini ve desteğini esirgemeyen barışsever ve şerefli ! krallarına…



- - - - - --- & --- - - - - -
Kayıtlı
BERK15
Ziyaretçi
« Yanıtla #4 : Mart 23, 2009, 08:04:15 ÖS »


Kral James babasının ölüm haberini aldığında 41 yaşındaydı. Piyadelerini teftiş ederken ulaştırıldı haber kendine. Karışık duygular yaşıyordu, babasını en son 14 yıl önce görmüştü. Bir müddet sessiz kaldı kafası yere bakıyordu, askerleri ve korumaları onu çok seviyordu, yıllardır bu kalede omuz omuza yaşamışlardı. Bir prensten çok silah arkadaşları gibi davranmıştı askerlerine ve şimdi acısını paylaşabilmek için çırpınıyorlardı. Oysa James’ in acısı daha farklıydı.

Kafasını yavaşca kaldırdı, kılıcını çekti ve “Ey silah arkadaşlarım, şerefli askerlerim!” durdu ve askerlerini süzdü, gözlerine yenilmez savaşcılar gibi geliyordu hepsi. Nerdeyse hepsinin adını biliyordu, etleri et, kemikleri aynı kemik olmuştu, “Hani hep merak ederdiniz, Danimarka İmparatorunun yaşadığı o altından burçları olan sarayı” diye devam etti. Tüm askerler pür dikkat komutanlarını süzüyordu. Yeni Kral James nefesini ciğerlerine çekebildiği kadar çekti ve sesinin çıktığı kadar avazının çıktığı kadar bağırdı, “Artık merakınızı yenme günüdür, Danimarka sarayını ziyarete gidiyoruz, SAVAŞA!” Avluyu bir anda öylesine bir coşku kapladıki, tüm askerler sevinçten çılgınlar gibi bağırıyor birbirlerine sarılıyorlardı. O anda Nottingham kalesindeki sevinçli askerlerin uğultusu cehennemden geliyordu sanki, binlerce ağız aynı anda ;

-   KRAL JAMES ÇOK YAŞA
-   KRAL JAMES ÇOK YAŞA
-   KRAL JAMES ÇOK YAŞA


İlk İcraatlar
Kral James tahta çıktığında ülkenin Danimarka’ya ödediği yüksek vergiye rağmen hazinesinde yeterli miktarda altın vardı. İlk olarak kiliseye giden paraların kesilmesini emretti, babası Kral David döneminde el üstünde tutulmaya alışan Papazlar ve Kardinaller buna sert tepki gösterdiler ve kralla görüşmek için bir temsilci heyeti yolladılar, fakat Nottingham kalesinde kalan kralla görüşmelerine izin verilmedi, halkı uyutan papazlara ayıracak vaktim yok diyordu Kral James. Şehirlerdeki yönetim binaları hariç tüm binaların inşaatını da durdurdu, buralardan kesilen paraları Inverness ve Nottingham’ daki kalelerin takviyelerine harcadı. İskoçyayı büyük bir savaşa hazırlıyordu, boşa harcanacak tek bir altını bile yoktu.


Savaş Hazırlıkları
Kral James tahta çıktığında İskoçya’nın 43 tümen askeri vardı, bunlardan 17 tümen şehirlerde muhafızlık yapan basit mızraklı birimlerdi, geriye kalan 26 tümenden 6 sı Caernarvon’ dan York’a giden yolun tam ortasında geçici bir kalede kalan ülke iç savunmasından sorumlu 1.destek ordusuydu ve bunlar zırhı olmayan, yarı teçhizatlı askerlerdi. 20 tümen ise ağır piyadelerden oluşan, dönemin en iyi zırhlarına sahip tam teçhizatlı 1.orduydu. Deniz kuvvetleri ise 11 gemiden oluşuyordu, bu gemilerden sadece 5 tanesi Holk adı verilen büyük gemilerdi ve diğerlerine oranla yarı yarıya daha fazla mürettebata sahipti.

Kral James 40 tümenden oluşan full teçhizatlı iki kara ordusu, 10 tümenden oluşan bir destek ordusu ve 10 gemiden oluşan ikinci bir deniz filosu kurulmasını emretti. Yeni orduların kurulması için 25.000 altın, tüm ordu ve filoların yıllık bakım masrafları içinse 17.000 altın gerekecekti. Bu İskoçya’ nın karşılamakta  çok güçlük çekeceği bir miktardı. Devlet hazinesinde bu kadar altın bulunmuyordu ve bu orduların kurulmasıda öyle bir anda olacak bir şey değildi en az 2-3 yıl sürecek bir çalışma gerekliydi. Bu süre içinde gereğinden fazla asker beslemeye hazine yetişmezdi.

Ama kral James hesaplarını ona göre yapmıştı, casusları vasıtasıyla  Manş denizinin diğer kıyısından devamlı istihbarat toplatıyordu. Edindiği bilgilere göre Danimarka’nın asıl kuvvetleri Grönland ve Hamburg üzerinde bulunuyordu, Manş denizine kıyısı olan Caen kalesi ile Antwerp ve Bruges şehirlerinin toplamında 9 tümenlik bir muhafız kuvveti vardı. Eğer hızlı bir şekilde bu üç şehre saldırılırsa en yakın kale olan Hamburg’ daki Danimarka askerlerinin yetişmesinden önce bölgeyi kontrol altına alabilirdi ve daha sonra Hamburg’ dan gelecek orduları Antwerp önlerinde durdurabilirdi. Ordularının ağır maliyetini bu üç şehirden alacağı ganimetlerle dengelemeyi düşünüyordu. Bu yüzden çok hızlı ve etkin bir saldırı olması esastı, eğer şehirler alınamadan savaş uzarsa her şey riske girecekti.


Danimarka’dan Gelen Elçi
İlk yılın sonunda Danimarka’ ya her yıl gönderilmesi gereken vergi gönderilmedi. Danimarka İmparatoru hiç hoşnut olmamıştı, bir elçi gönderdi ve verginin ödenmesini talep etti. Bu yıl vergi ödemeyeceğiz oldu Kral James’in cevabı, elçi şaşırmıştı ama elçilik vazifesini yaptı ve geldiği gibi geri döndü. Bir yıl daha bekleyen Danimarka üçüncü yıl bir elçi daha gönderdi ve yanında her zaman olduğundan çok daha kalabalık bir muhafız grubu da vardı. Hemen kralın huzuruna çıkarıldılar.

“Saygılar olsun İskoçya Kralına” dedi elçi ve eğilerek selamladı, diz çökmemişti ve Soylu İskoçya Kralı diye söze başlamamıştı! Bu açıkça bir alttan görmeydi. Kral James bozuntuya vermedi, “İskoçya’ ya hoş geldiniz” dedi ve ekledi, “Görüyorum ki her zamankinden daha kalabalık bir muhafız grubuyla gelmişsiniz, Danimarka elçileri ne zamandır müttefiki olan bir ülkeye düşman bir ülkeye gidermiş gibi korumalarla gitmekte ?” diye sordu.

Elçinin altta kalmaya niyeti yoktu. “Müttefikiniz ve yüce İmparatorumuz Danimarka ve Kutsal Roma’nın efendisine her yıl ödediğiniz vergiyi üç yıldır ödemiyorsunuz ve Yüce İmparatorumuz yinede size hoşgörüyle yaklaşıp orduları yerine elçisini gönderiyor da, siz bunu düşünmek yerine korumalarımın sayısını mı düşüyorsunuz Kral James” dedi, sert bir ses tonuyla.

O ana kadar sakin olan Kral James adeta kükredi “Ey elçi başı, kafan çalışıyor belli, öyleyse sen şu soruma cevap ver; müttefikiniz ve yüce kralımız dedin az önceki sözlerinde, madem müttefikiz, bu dünya üzerinde ne zamandır müttefik krallar birbirlerine vergi öderler, ne zamandır vergisini ödemeyen ülkelere elçi gönderip ordu göndermekle tehdit ederler”, sesinin tonunu iyice yükseltti artık bağırarak konuşuyordu, “VE NE ZAMANDIR MÜTTEFİKLERİ OLAN KRALLARI KENDİ TOPRAKLARINDA TEHDİT EDERLER, SÖYLE NE ZAMANDIR !” dedi.

Elçi adeta donup kalmıştı. Kral James “Elçi başı beklesin” diye emir verdi ve salonu terk etti. 1 saat kadar sonra salona tekrar döndüğünde peşinde 4 asker koca bir hazine sandığı taşıyordu. Sandığı gören elçi rahatlamıştı, yüz ifadesi değişmiş kendine olan güveni tekrar yerine gelmişti. Askerler sandığı elçinin önüne bıraktılar.

“Kralına söyle sandıkta onun için bu yılki vergimiz var” dedi, çok sakin konuşuyordu, “Kusurumuza bakmasın bu yıl fazla vergi veremeyeceğiz o yüzden sandık her zamankinden daha hafif ”diye ekledi. Elçi çok memnun olmuştu, kibirli bir el hareketiyle yanındaki muhafızlara sandığı açmalarını emretti. Sandık açıldığında içindekini gören elçinin bir anda nefesi kesildi. Koca sandıkta sadece bir mektup vardı.

“Şaşırma” dedi Kral James, elçiyi süzdükten sonra devam etti “Bu mektubu, bu sandığın içinde Kralına götür” dedi. Elçi hayatında böyle bir şok yaşamamıştı, kralı doğru dürüst selamlamayı bile beceremeden huzurunu terk etti ve Danimarka’nın yolunu tuttu.


Tokat gibi Mektup !
Kral James'in Danimarka İmparatoruna gönderdiği mektupta şunlar yazıyordu;

Kayıtlı
BERK15
Ziyaretçi
« Yanıtla #5 : Mart 23, 2009, 08:05:35 ÖS »

Planlar Değişiyor
Danimarka İmparatorunun tepkisi beklendiği gibi çok sert oldu. Danimarka, Kutsal Roma’yı (Vatikan değil, Hre) dize getirmiş ve kendisine sömürge yapmıştı, köylü İskoçlar nasıl olurda, onlara lütuf ettiği müttefiklik varken isyan ederdi. Çok büyük bir saldırı başlatılması emrini verdi, hem de İskoçların düşündüğünden çok daha büyük!

İskoçya henüz 2. orduyu bile kuramamıştı, Kral James’in tüm planları ani ve beklenmedik bir saldırı üzerine kurulmuştu ama şimdi arı kovanına çomak sokmuşlardı, Danimarka’nın tüm dikkatini ve kuvvetini kendi üstlerine çekmişlerdi, bu durumda yıllardır ince hesaplanarak yapılan tüm planlar ve çalışmalar boşa gitmiş oluyordu. Acaba Kral James bir anlık sinirine yenik düşüp tüm İskoçya halkının kaderini tehlikeye mi atmıştı ?


Bire Üç!
Manş denizinin diğer kıyısındaki casuslar felaket gibi haberler getiriyorlardı, tam teçhizatlı 5 büyük ordu geliyordu Hamburg ve Gröndland’dan, toplamda 100 tümen demekti bu. Ayrıca Caen’ daki Danimarka kalesinde daha şimdiden 10 tümenlik bir ordu toplanmıştı bile, destek birimlerini ve daha sonra gelecek birimleri de hesaba katarsak 150 tümen ile saldırmaya hazırlanıyordu Danimarka. Buna karşılık İskoçya’nın basit mızraklı birliklerden oluşan 17 tümeninide sayarsak toplamda 60 tümeni bile yoktu. 17 tümen zaten şehirlerin asayişi için zaruriydi o birlikleri savaşa sokmak imkansız gibi birşeydi, kaldıki savaşa girseler bile düzenli bir ordu ile savaşacak ne yetenekleri nede teçhizatları vardı, bunlar sadece basit şehir garnizon askerleriydi, onları çıkarttıktan sonra geriye 43 tümen kalıyordu.

43 tümene karşı 150 tümen, bu sayı bire üçten bile daha fazlaydı ayrıca Danimarka hazinesi ile İskoç hazinesi boy ölçüşemezdi elbette. Savaş başladığında Danimarka şehirleri ile tüm ticaret duracak ve elde edilen gelirlerin yarısı düşecekti. Kral James gerçekten de büyük bir hata yapmıştı.


Şeytani Plan
Danimarka askerlerinin toparlanması ve saldırıya geçmesi 2 yılı geçen bir zaman aldı, bu süre içinde Kral James 2.orduyu da kurmayı başarmıştı. Şimdi en azından elinde 40 tümenlik düzenli 2 ordu ile 10 tümenlik bir destek ordusu vardı, 1.ordunun başında kendisi 2. ordunun başında kardeşi Louis vardı. Louis 30 yaşındaydı ve o zamana kadar yaptıklarından ötürü 5 demir yıldız nişanına sahipti. Genç ve başarılı bir general olduğunun en büyük göstergesiydi 5 nişana sahip olması. Abisi ona çok güveniyordu.

Kara ordusunda sayı olarak Danimarka çok büyük bir üstünlüğe sahip olsa da, denizlerde durum eşitti. 1300lü yıllarda gemiler sadece bir yerden bir yere gitmeye yarayan araçlar olarak görülüyordu ve çoğunlukla orduların nakliyesinde ve limanları korumakta kullanılıyordu. Gemilerin nerdeyse hiç ateş gücü olmadığından topluca deniz savaşları neredeyse hiç yaşanmıyordu.

İskoçya’nın doğal bir koruması vardı oda 4 tarafı denizlerle çevrili olmasıydı. Danimarka askerleri İskoçya’ya çıkartma yapmak için Londra sahillerini seçtiler. Ondört gemiyle çıkartmayı yapacaklardı. İskoçya’nın gemilerinin sayısı ise yirmiydi. Kral James tarihte bir ilk kez büyük bir deniz savaşı planlamıştı, bu kimsenin beklemediği bir şeydi. 90 tümeni taşıyacak Danimarka gemileri 5 filoya ayrılmıştı ve 2 şerli olarak ayrılan filolar zaten güçsüz olan gemilerini daha da güçsüz bırakmıştı. Buna karşılık İskoç donanması ise 2 filoya ayrılmıştı, birinci filoda 9 ikinci filoda ise 7 gemi bulunuyordu, 3 gemi ise Londra limanında bekletiliyordu. Kral James’in planı Danimarka ordularını denizin üstünde yakalayıp batırmaktı. Gerçekten de o zamanın şartlarında dahice bir plandı.

Bu planın tek bir dezavantajı vardı oda ilk saldırıyı İskoçya’nın başlatması olacaktı. Savaşı başlatan ilk hamleyi yapan devletler diğer devletlerin gözünde savaşı çıkartan ülke olarak görüldüğü için müttefiklerinden bir kısmını kaybetmesi olasıydı. Çünkü Danimarka ile ilk çatışma yaşanana kadar fiilen bir savaşa girmiş sayılmazlardı. Danimarka İmparatoru ordusunun akdenize doğru gittiğini söyleyebilir ve yolda İskoçlar tarafından batırıldığını iddia edebilirdi. O zamanın şartlarında bunlar çok fazla yaşanan şeylerdi. Ama Kral James tüm Danimarka ordusunun karaya çıkmasını oturup da izleyecek ve daha sonrada kendilerini yutmasını bekleyecek biri değildi. Bu gerçekten aptallık olurdu. Tüm Danimarka donanması Manş denizine ulaştığında James emrini verdi. Saldırın !


Manş Denizi, Ölüm Denizi!
Birinci İskoç filosu 16 tümen taşıyan ilk Danimarka filosuna saldırdı, diğer filo ise 20 tümen taşıyan ikinci Danimarka filosuna saldırdı. Danimarkalı generaller şoka girmişti, çıkartma yapana kadar böyle bir hareket beklemiyorlardı. Saldırıya uğrayan filolar çıkartma yapamadan kaçmak zorunda kaldılar. Atlantik okyanusuna doğru kaçıyorlardı. 50 kilometrelik manş boğazının iki kıyısı arasında muhteşem bir kovalamaca başlamıştı. Birinci ve ikinci İskoç filosu hedef değiştirip toplamda 30 tümen taşıyan üçüncü ve dördüncü Danimarka filolarına saldırdı. Bu gemilerde şehir kuşatmak için getirilen mancınıklar ve surları yıkmakta kullanılan devasa ballistalar bulunuyordu.

Manş denizinin en ölümcül yeri olan şeytan kayalıklarına doğru kaçıyorlardı. Danimarka filoları kaçıyordu ama gittikleri yer onları daha kötü bir felakete sürüklüyordu. Yelkenli gemiler rüzgarı arkalarına alabildikleri müddetçe manevra yapabilirler, kaçtıkları bölge ise dev rüzgar tribünlerinin yaşandığı sarp Londra kıyılarının kayalık kısmıydı. Danimarka kaptanları 30 tümenin sonunu getirdi, kayalıklarla İskoç donanması arasında sıkışan 9 geminin hepsi batırıldı. Muhteşem bir iş başarmışlardı. İskoç donanması hiç vakit kaybetmeden kaçmakta olan birince ve ikinci Danimarka filosunun peşine düştü. Manş denizindeki akıntı ve rüzgarları avucunun içi gibi bilen İskoç amiraller 200 km ilerde Danimarka gemilerini yakaladılar, artık çıkartma yapmak imkansız hale dönüşmüştü, Danimarkalılar Atlantik denizine doğru kaçmaya devam ettiler. Danimarka 1.filosu kuzeye 2. filo ise güneye kaçıyordu.

Amiral Gordon kumandasındaki ikinci İskoç filosu kuzeye kaçan gemileri Caernervon açıklarında yakaladı ve tümünü batırdı, Atlantik açıklarına kaçan ve 20 tümeni taşıyan birinci Danimarka filosu geri dönüyor ve manş denizine geri giriyordu. Amiral Gordon ve Amiral Malcolm birlikte saldırarak Rennes açıklarında tümünü batırdılar.

Danimarka daha hiç savaşamadan 76 tümen askerini kaybetmişti. Yaşananları anlatacak tek kelime sanırım “trajik” olabilirdi. Haberler Danimarka’ya ulaştığında
İmparator anlatılanlara inanmakta zorluk çekiyordu, sinirden çılgına dönmüştü. İskoçlar muhteşem bir deniz zaferine imza atmışlardı ve Kral James bir anda orta çağın en büyük askeri dehalarının arasına girmişti.

Sadece 14 tümen bu katliam gibi deniz savaşından kurtulabilmişti, onlarda Arthus limanına kendilerini zor atmışlardı. Bu olaydan sonra Danimarka kaptanları Manş denizine ölüm denizi adını verdiler.


Tarih Tekerrürden İbarettir
Danimarka donanmasının trajik bir şekilde yok edilmesinin ardından Londra limanında bekletilen 3 gemi ile 40 İskoç tümenini Manş denizinin diğer kıyısına çıkartma işlemleri başlatıldı. Çıkartma o kadar sorunsuz olmuştu ki sanki düşman bir ülkeye değil de kendi limanlarına çıkıyorlardı. Karaya çıkan birliklerden Kral James’in ordusu Caen kalesini, kardeşi Louis’in ordusu ise Bruges şehrini kuşattı. Danimarkalılar ne kadar büyük bir hata yaptıklarını anladıklarında iş işten geçmişti bile. Bundan 100 yıl önce İngiliz donanmasını yok edip İngiltere’nin çöküşüne zemin hazırlayan Danimarka donanması bugün kendi sonunu hazırlamıştı. İmparator hemen yeni bir donanma hazırlanmasını ve diğer kuvvetlerin Hamburg’da toparlanmasını emretti. Manş denizindeki bölge artık kaybedilmişti, kuvvetleri oraya yollamanın bir anlamı kalmamıştı. Caen, Bruges ve Antwerp kendi kaderleriyle baş başa bırakılmıştı.


Caen ve Bruges’in Fethi
20 tümenle kaleyi kuşatan Kral James’e karşı kaleyi koruyan sadece 4 tümen asker vardı, başlarında ise 6 demir yıldız nişanına sahip bir general bulunuyordu. Daha gün ağarmamıştı, kalenin önünde tüm ihtişamıyla askerler dizilmiş ve saldırı için emir bekliyorlardı. Kral James kumandalarına son kez teftiş ettikten sonra, saldırı için emrini verdi. Danimarka sarayına doğru giden uzun yolda ilk duraklarındaydılar ve kaybedecek vakitleri yoktu. “Hızlı ve çabuk bir ölüm yaşatın onlara” demişti. Dediği gibide oldu, sadece 2 tümen kaybederek kaleyi ele geçirmişti. Kolay bir zafer olmuştu. İskoç bayrağı ilk Danimarka kalesine çekildiğinde daha öğle vakti bile değildi. Caen'in fethi oldukça önemliydi, çünkü güneydeki orduları takviyelemek için çok stratejik bir yerde bulunuyordu ve savunulması kolay bir noktaydı, ingilizlerin hakimiyetindeyken kale çok fazla düşman askerine mezar olmuştu.

Bruges’de ise kardeşi Louis sadece 50 adam kaybederek şehri ele geçirmişti. Bruges’de başlarında kumandan olmayan şehir garnizonları daha ilk saldırıda kaçmaya başlayıp şehri savunmasız bırakınca güle oynaya şehre girdiler. Caen ve Bruges’de toplam 16.000 altın ganimet ele geçirildi. 6000 kişi sürgüne yollandı. Bruges’in nerdeyse hiç adam kaybedilmeden alınması Kral James’i oldukça keyiflendirmişti. Şehre asayiş için yeterli sayıda adam bırakmasını ve Antwerp’e doğru yola çıkmasını emretti kardeşine. Kendiside kaybettiği 2 tümenin takviyesi yapıp hemen peşinden yola çıkacaktı.

Denizlerde ise savaş devam ediyordu, Danimarka 10 yeni gemi daha yollamıştı Kuzey Denizine ve 3 İskoç gemisini batırmışlardı. Amiral Malcolm, Antwerp limanını kuşatmıştı. Amiral Gordon ise gemilerini takviye etmek için Edirburg limanına çekilmişti.


Papa Danimarka’ya Arka Çıkıyor
Vatikanlı Papa, tüm haçlı seferlerinde kendisine ordu gönderen Danimarka İmparatoruna destek oluyordu, en son Roma’nın Danimarka ordusu tarafından Venediklilerin elinden kurtarılmasından sonra, onlara oldukça sempatik yaklaşıyordu. Prens Louis ordusuyla Antwerp’i kuşattığında tam 3 kez elçi yollamış ve Kral James’ten Danimarka’ya başlattığı saldırıyı durdurmasını istemişti. Eğer saldırıyı durdurmazsa sonuçlarının İskoçya açısından hiçte iyi olmayacağını söylüyordu. Kral James bu tehditleri dinlemedi. Caen’daki ordusunun takviyesi tamamlanmıştı. Kardeşinin kuşattığı Antwerp şehrine doğru yola çıktı, ayrıca İskoçya’da ki 15 tümene ulaşan 2.destek ordusunun Caen’a gelmesi için emir verdi. Onlar Danimarka içlerine doğru ilerlerken güneydeki manş şehirlerinin savunmasını 2.destek ordusu üstlenecekti. Vatikan’la tehlikeli bir inatlaşma içine girmişti şimdi Kral James, eğer papa ülkesini ve kendisini aforoz ederse tüm Katolik dünyasının hedefi haline gelebilirdi.


Zor Karar
Danimarka Antwerp’e destek olması için 11 tümenlik bir birlik yolladı, şehirdeki 11 tümeni de sayarsak toplamda 22 tümen olmuşlardı. Prens Louis’in ise 20 tümenlik ordusu vardı. Kral James’in ordusu ise gecikmiş, aralarında 2 günlük mesafe kalmıştı. Fakat bu sırada farklı bir gelişme daha yaşanıyordu. Gözcülerin haberine göre Fransa’nın toplamda 33 tümene sahip iki ordusu Caen topraklarına girmişti. Fransa İskoçya’nın müttefikiydi ama ihanet mi etmek üzereler di ? Şimdi Kral James’in karar vermesi gereken bir konu daha vardı, kardeşi Louis 2 günlük mesafedeydi, ona yardım etmesi için oraya mı gitmeliydi yoksa geriye dönüp Caen’daki destek ordusuna destek mi vermeliydi. Birde Papanın tehdidi vardı. Tanrım! Ne zor bir an!

Kral James’in düşünmek için fazla zamanı yoktu. Kararını hemen verdi, kardeşi Louis ile birlikte Antwerp’e saldıracaktı. Eğer Fransızlar saldırırsa, Caen’daki 3.ordunun onlar geri dönene kadar kaleyi savunacağını düşünüyordu ve ordusuna emir verdi, “Antwerp’e gidiyoruz!”. Papanın da canı cehennemiydi, Fransızlarında!


Antwerp Önlerinde
Antwerp’deki kardeşi Louis’in ordusuna katıldığında, Danimarkalıların düşündüğünden çok daha fazla takviye kuvvet yolladıklarını öğrenmişti, Danimarka’nın 3 ordusu savaşa destek vermeye gelmişti,  Antwerp savunması için  toplamda 85 tümen asker toplamışlardı, buna karşılık İskoçya’nın 40 tümeni vardı.

Yaptıkları plana göre, Kral James’in ordusu şehirden çıkan birlikleri ve birinci Danimarka ordusunu karşılayacak, kardeşi Prens Louis ise ikinci ve üçüncü ordunun birleşmesini engelleyip, onları tam ortadan yaracak ve Kral’ın ordusuna zaman kazandıracaktı. İki ordudan birinin dağılması halinde, diğer tarafın sırtı açıkta kalacak ve mutlak bir yenilgi olacaktı, işleri gerçekten zordu. Danimarka’nın bu kadar çabuk takviye yollayacağını tahmin etmemişlerdi.


Olmak yada Olmamak!
Kral James ve generalleri biliyordu ki bu savaş her şeyin kaderini belirleyecekti. Danimarka yada İskoçya fark etmiyordu, kaybeden her şeyini kaybedecekti. O gece Kral James ve generalleri hiç uyumadılar, sabaha kadar savaş taktiklerini tartıştılar.


Zafer yada Ölüm! Antwerp Savaşı
Güneş yavaş yavaş doğarken iki düşman ordu yerlerini almıştı. Kral James tüm ovaya hakim bir tepeden düşman ordularını izliyordu, çok kalabalıklardı. Atını yavaşca tepeden aşağı sürdü, bahar ayıydı, yeni açmakta olan lalelerin renkleri öylesine göz alıcıydı ki, bu güzellikleri halkı hak ediyordu, alçak bir imparator değil! Bu savaşı kazanmalıydı.

Atıyla ordusunun en önüne geçti ve şu sözleri söyledi;
“Askerlerim, silah arkadaşlarım, dostlarım”, askerleri olağanüstü bir sessizlikle kendisini dinliyorlardı, birazdan ölmeye gidecek olan sanki kendileri değildi. En ön saftaki piyadelerini süzdükten sonra sözlerine devam etti, “Bugün buraya bir alçağın kirlettiği toprakları kanlarımızla tekrar şerefli kılmak için geldik, birçoğunuz akşam güneşinin batışını göremeyecek, birçoğunuz bir daha İskoçya’ya hiç dönemeyecek, birçoğunuz İskoç birasından bir daha hiç içemeyecek, ama şunu unutmayın ki, hepinizin adı sonsuza dek hatırlanacak! Buraya yapmak için geldiğiniz şeyi yapın, SAVAŞIN! Ve düşmana merhamet göstermeyin, onlar size göstermeyecek!”

Askerleri hep bir ağızdan

- KRAL JAMES ÇOK YAŞA!
- KRAL JAMES ÇOK YAŞA!
- KRAL JAMES ÇOK YAŞA!

Karargahının olduğu tepeye çıktı ve son bir kez ordularına baktıktan sonra haykırdı, “Hücum borusunu çalın’”


Az önce kendisini bir çocuk edasıyla sessizce dinleyen askerler sanki onlar değildi, hücum borusunu duyar duymaz öyle çığlıklar atarak ileri atıldılarki, Antwerp’deki yüksek surların arkasındaki halk yıllarca o sesi unutamayacaktı.

Prens Louis ve süvarileri hücum boruyla beraber şehrin batısındaki tepeye çılgınca bir koşu başlattılar, ilk görevleri orayı ele geçirmek ve okçu birlikleri gelene kadar tepeyi korumaktı. Bu tepe üçüncü ve dördüncü Danimarka ordusunun arasında bir duvar görevi görecek ve birleşmelerini engelleyecekti, buda Kralın ordusuna zaman kazandıracaktı. Dörtyüz süvarinin atlarının altında yer sallanıyor adeta rüzgarla yarışıyorlardı. Birden düşmanın ok saldırısı başladı, sanki oklar yağmur olmuş üstlerine düşüyordu. Tepeye 400 metre kala yüz kadar süvari ok ateşinin altında ölmüştü fakat okçular tepeden geri çekiliyorlardı, artık saldırı değil savunma pozisyonuna geçmek için geriye kaçıyorlardı. Prens Louis kaçmakta olan okçuları görünce tüm sesiyle bağırdı “İLERİ!”, nal sesleri, at kişnemeleri, rüzgarın uğultusu hepsi birbirine karışmıştı. Tepeye 100 metre kalmış ve tepedeki okçuların tümü kaçıyordu, tepeye çıktılarında işaret verecekler ve geride bekleyen 6 okçu ve 3 piyade birliği, tepeye pozisyon alacaklardı.

Birden tepenin arkasından yükselmekte olan bir parıltı Prens Louis’in gözlerini aldı. Tepeye yaklaştıkça parıltılarda artıyordu, o anda gözlerinin gördüğü parlaklığın sebebini anladı. Düşmanın 6 mızraklı şövalye birliği okçuların terk ettiği yönden tepeye çıkıyor ve doğruca kendi üstlerine geliyordu.

Prens Louis bir an arkasına baktı, süvariler son sürat peşindeydi. Manevra yapabilmek için çok geçti. Danimarkalı generaller İskoçların böyle bir şeyi deneyeceğini tahmin etmiş ve tepenin diğer sırtına mızraklı birliklerini gizlemişlerdi, biliyorlardı ki o tepeyi kendilerinden önce alabilmek için İskoçların tek şansı süvarilerini göndermekti.

Prens Louis en öndeydi ve atını daha da sert kamçılamaya başladı. Daha önce “İLERİ” demişti, bu sefer “ÖLÜME!” diye haykırdı. Üç yüz süvarisi peşinden geliyordu. Mızraklı birliklere çarpmasına saniyeler kala sessizce “Tanrı İskoçya’yı korusun dedi ve şimşek hızıyla düşman mızraklarının arasına sürdü atını, ilk darbede birkaç düşman piyadesini yerinden havalandırdı, daha sonra sıkıştı ve atının her yerini sardılar. Elindeki kargısını atıp kılıcını çekti, her vuruşunda bir düşman kafasını alıyordu, yanındaki muhafızlarıyla birlikte kendine boş bir alan yarattı, düşmanın sayısı çok fazlaydı ve uzun mızrakları ilk başta atlarını hedef alıyordu, bir anda atının böğrüne giren bir mızrak sonucu atından düştü. Bacağı atın altında kalmıştı, kendini kurtarmaya çalışıyordu, korumaları hemen önünü çevirmiş ve düşmanın kendisine ulaşmasını engellemeye çalışıyorlardı.
Havayı yaran bir ok geçti kafasının üstünden, okun atıldığı yöne çevirdi kafasını ve ikinci ok omzuna saplandı, üstlerine tekrardan ok yağmaya başlamıştı, diğer bir ok karnına isabet etti, bir diğerini hissetmiyordu artık. Vücudu hissizleşmişti, gözleri her şeyi seçemiyordu, sesler bir birine karışıyordu. “Geri çekilin” diyebildi ama kimse sesini duymadı, sesini duyurabilmek için tüm gücünü harcıyordu ama sesi çıkmıyordu, yine de son bir gayretle son nefesini o sözleri söyleyebilmek için kullandı ve peşinden ruhunu teslim etti.

-PRENS ÖLDÜ GERİ ÇEKİLİN!

Prensin hemen arkasındaki bir süvari bağırıyordu. Geri çekiliyorlardı, tepeden aşağı koşmaya başlamışlardı şimdi, en önde koşan sancağı taşıyan süvari kaçarken sancağı sallıyordu, bunu tepenin ele geçirildiğinde kendilerine verilecek olan işaret sanan piyadeler ve okçular tepeye doğru harekete geçtiler. Süvarilerin kaçtıklarını anladıklarında sağ ve soldan saldırıya geçen orduların arasında kalmışlardı. Prensin ordusu iki taraftan kuşatılmış ve yok edilmişti. Şehir önünde savaşan Kral James’in ordusuna doğru yöneldiler.



Kayıtlı
BERK15
Ziyaretçi
« Yanıtla #6 : Mart 23, 2009, 08:06:02 ÖS »


- DÜŞMAN KAÇIYOR KRALIM

Kral James karşısındaki birinci Danimarka ordusunu püskürtmüş ve kaçanların peşine düşmüştü. O sırada İskoçya’nın iki piyade birliği surlara tırmanmış ve sağ kanadı temizlemiş sol kanada saldırı başlatmışlardı. Kral James’in süvarileri kaçan düşmanı kısa bir kovalamadan bırakmış ve şehir önündeki savaş pozisyonunu almak için geri dönüyordu. Şehrin dışındaki düşman ordusu tamamen dağıtılmış ve şehre girmek için surların ele geçirilmesini bekliyorlardı. Kral James’in diğer beklediği şey ise şehrin kuzey yamacındaki üçüncü ve dördüncü orduyu durdurmakta olan kardeşinden gelecek haberdi. Bunu düşünürken bir boru sesi duyuldu, kendi borusu değildi bu, düşman süvarilerinin hücum borusuydu. Prensin ordusunun olduğu yönden geliyorlardı, tüm piyadeleri surlara hücuma geçmiş ve okçuları korunmasız kalmıştı, onları korumak için tüm süvarileriyle birlikle ileri atıldı. Aralarındaki mesafe 400-500 metre kadardı.

Kafası karışmıştı, kardeşinin olduğu taraftan geliyorlarsa diğer ordusu dağılmış mıydı? Yenilseler bile en azından kaçan askerlerinin kendilerine ilk ulaşan olması gerekiyordu. Bilmediği şey Prens Louis’in ordusunun bir yanlış anlama sonucu tepeye doğru hareket ettiği ve düşmanın tam ortasında kaldığıydı.

İlk gelen süvari birliğini püskürttüler ve surlardaki piyadelerde surlardan aşağı inmeye başlamış savunma pozisyonuna geçiyorlardı. Geri dönün emrini verdi ve savunma pozisyonu aldılar. Artık biliyordu, kardeşinin ordusu tamamen yok edilmişti, o kadar hızlı şekilde olmuştu ki, kendi gözcüsü haberi getiremeden düşman süvarisiyle karşılaşmak zorunda kalmıştı.

Düşman ordusu da saldırıyı durdurmuş ve yeni savaş pozisyonunu alıyordu. Bu sırada şehirdeki kaçan okçu ve piyadelerde tekrardan surlara dönmüş ve savunma pozisyonlarını almışlardı. Kral James’in elinde 12 tümen kalmıştı, düşman ise ağırdan ağırdan 60 tümen ile etrafını çeviriyordu.

Önce düşman okçuları saldırıya geçti, sonra piyadeler. Düşman süvarileri de ordusunu çeviriyordu. Cehennemin ortasında kalmıştı. Bazı askerleri  kendisine yalvarıyordu, “Geri çekilelim Kralım, Caen’ daki birliklerimizi alıp tekrar döneriz”. Askerlerin bilmediği bir şey vardı. Yardım gelmeyecekti!

Onlar burada savaşırken Fransızlar, Caen’a saldırmış, kaleyi kuşatmışlardı. İhanete uğramışlardı. Ordunun morali bozulmaması için bunun askerlere söylenmemesini emretmişti komutanlarına.

Kral James 1323 yılında Antwerp önünde kahramanca savaşarak, askerleriyle birlikte ölmeyi tercih etti. Soylu ve cesur bir kraldı ve İskoçya’nın son özgür Kralı oldu.

Ölümünden sonra İskoçya karışıklığa sürüklendi. Kendisinden sonra kral olan halasının oğlu Prens Aidan, Fransız ve Danimarka saldırılarına direnemedi, Caen, Antwerp, Bruges’i kaybetti. Londra, Danimarka tarafından kuşatıldığı sırada Danimarka İmparatorunun sömürgelik teklifini kabul etti, özgürlük için ölmeyi seçen Kral James ve onun şerefli askerlerine ihanet etti.

Ruhu Ebediyen Cehennemde Yansın!
Amin!

SON
Alıntıdır.çok sevdim ve sizinle paylaşmak istedim
« Son Düzenleme: Mart 23, 2009, 08:08:17 ÖS Gönderen: BERK15 » Kayıtlı
BERK15
Ziyaretçi
« Yanıtla #7 : Mart 24, 2009, 03:09:29 ÖS »

yorum yokmu
Kayıtlı
NiCkSiZ_
Ziyaretçi
« Yanıtla #8 : Mart 25, 2009, 12:28:26 ÖS »

bunları okumamı bekleme benden Grin Grin Grin
Kayıtlı
SkiER
SiCiL
Binbaşı
*****

Karma: +153/-145
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 723



Üyelik Bilgileri
« Yanıtla #9 : Mart 25, 2009, 01:49:13 ÖS »

roman gibi bişey yav oku oku bitmiyo *freak*
Kayıtlı

cbox
Yüzbaşı
****

Karma: +77/-25
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 315



Üyelik Bilgileri
« Yanıtla #10 : Mart 26, 2009, 10:45:11 ÖÖ »

Ben okudum çok hoşuma gitti. Smiley
Kayıtlı

musty
Er
*

Karma: +25/-23
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 5



Üyelik Bilgileri
« Yanıtla #11 : Mart 26, 2009, 04:14:28 ÖS »

emeğine sağlık kardeşim güzel çalışma olmuş...
Kayıtlı

Tek Gerçeğimdin...
BERK15
Ziyaretçi
« Yanıtla #12 : Mart 26, 2009, 04:38:31 ÖS »

saolun hepiniz
Kayıtlı
Sultanemre
Er
*

Karma: +25/-11
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 5


Sultan


Üyelik Bilgileri
« Yanıtla #13 : Mart 27, 2009, 10:34:33 ÖS »

Eline sağlık dostum hepsini okuyamdım yarısını okayabildim kusura bakma *rose*

Emeğe saygı....
Kayıtlı

Gözler sözlerin sertliğiyle yaşa bulanıp "ah" çekti.Sensiz geçen günlerin kazası yok be sevgili....
BERK15
Ziyaretçi
« Yanıtla #14 : Mart 30, 2009, 12:16:24 ÖS »

Yeni Anı Bu Sefer Türklerle Mutlaka Okuyun

Campaign Seviyesi :   Hard

Savaş Seviyesi :       Hard

                        Bir Medieval II Hikayesi :

                 TÜRKLER

Türkler , ta Orta Asya’dan gelmişti…Ve Bizans’ın elindeki Anadolu ; yavaş yavaş Türk yurdu olmaya başlamıştı…Bizans bu duruma dayanamayıp diğer hristiyan devletlerden yardım istedi ve bunun üzerine hristiyan devletler Türkler’e karşı kışkırtıldı.Türkler ne yapmalıydı ? İşte yeni hükümdar Sultan Jalal  Konya’daki sarayında bunları düşünüyordu.


 Sultan Jajal ( 1086 - 1124  )

Jalal ,  ‘’Padişahımız çok yaşa ! ‘’  ‘’Padişahımız çok Yaşa ! ‘’ tezahuratlarının ardından içinde bir sıcaklık hissetti.Bu toplum , bu millet onun emrindeydi.Ve onca çabasına rağmen gözündeki yaşlara engel olamadı…

   İlk İcraatler

Jalal , Türklerin Hristiyanlarla kriz yaşayacağını tahmin etmişti.Bunun için ilk işi Mısır’a bir diplomat göndermek oldu.Mısır ;  Müslüman bir devletti ve Sultan Jalal’a göre din en önemli bağlardan biriydi.Peki Mısır için de böyle miydi ?

Jalal , Anadolu’da Heretiklerin örgütlendiği haberini almış ve bunun üzerine her şehre Cami inşa etmişti.Fakat askerî bakımdan da geri kalmayıp ; Doğuda bulunan kalelerdeki asker sayısını artırıyordu.

Sultan Jalal’ın yaptığı bir diğer icraat ise Yerevan şehrini kale ye dönüştürmesiydi.Sultan Jalal’a  göre Yerevan askerî bakımdan kritik bir konumdaydı ve kale olması durumunda bunun devlet için hayırlı olacağını düşünüyordu.

 
   Bizans’la İlişkiler

Sultan Jalal , Bizans’ın Anadolu’da yayılma çabalarını fark etmişti.Fakat biliyordu ki Bizans ; Türklerle savaşacak güce erişememişti henüz.Zaten 10 yıl kadar önce Malazgirt Savaşı ile sayıca az olan Türkler Bizans’ı darmadağın etmişti.Şu an Türkler sayıca Bizans ile eşitti ve Bizans açıkça savaş ilan etmekten korkuyordu.Bunun için Anadolu’daki henüz Türkler tarafından ele geçirilmemiş kalelere yöneldi.Bunlar Trabzon ve Smyrma idi.Sultan Jalal ise Konya ve Kayseri’ye iki tane General atayarak kendi batıya ;  Smyrma ya ;  Oğlu ( Prens Mustafa )  Trabzon’a yöneldi.

  Soylular Meclisi

Sultan Jalal , Soylular Meclisi’nin önerilerine değer veriyordu.Onlar ki halkı temsil ediyorlardı ve ülkede işlerin yolunda gitmesi için onlar gerekliydi.Sultan Jalal a Soylular Meclisi çok cömert bir teklifte bulundu ve Tbilisi kalesini ele geçirmesi karşılığında 2500 altın teklif etti.Sultan Jalal ise Tbilisi kalesini fetih etmeyi zaten planlıyordu ve bu teklifle birlikte Yerevan’daki generalini şehirden çekip ; Tbilisi’yi alması için gönderdi.

  Mısır ile İlişkiler

Mısır , son aldığı kale ile Kudüs kapılarına gelmişti.Mısır’a ulaşan diplomat çok iyi bir şekilde karşılandı.Mısır ile yapılan diplomatik görüşmeler sonucunda Mısır ile Dostluk ve Ticaret Antlaşması imzalandı.Bu iki Müslüman devlet artık kardeşti.Sultan Jalal bu olaydan çok memnundu.

  Bizans ile İlk Karşılaşma

Smyrma ya yola çıkan Sultan Jalal’ın ordusu yolda Bizans ordularıyla karşılaştı.Hedefleri aynıydı.Sultan Jalal Bizans’a geri çekilmelerini ; aksi takdirde olacaklardan sorumlu olmadıklarını ima etti.Bizanslılar ise bu tehdide kulak asmayıp şehri aldılar.Sultan Jalal da ordusuyla şehri kuşattı. Sultan Jalal Smyrma’yı kısa süre içinde fetih etti.Bu ; Sultan Jalal hükümdar olduğundan beri ilk savaştı.

Ve böylece iki büyük devlet ;  sonuçlarından kaçınılamayacak bir savaşa girmişti.


  Sınırlar Genişliyor

Kuzeye giden Mustafa’nın ordusu ; Trabzon’u kuşattı.Trabzon’daki Türk toplulukları Selçuklu bayrağı altında toplanmayı kabul etmediği için gerçekleşen savaşta Mustafa'nın ordusu galibiyete ulaştı.

Tbilisi cephesinde ise General Selim Al Rashid komutasındaki ordu Tbilisi kalesini ele geçirdi.

Bu zaferler sonucunda  ; Anadolu’daki Türk Toplulukları’nı bir bayrak altında toplayıp ; Anadolu’nun Türk Yurdu hâline gelmesi sağlandı.

   Diplomasi Atağı

Sultan Jalal’ın isteği üzerine gönderilen teklifte Selçuklular Mısır topraklarında ; Mısırlılar ise Selçuklu topraklarında asker bulundurabilecekti.Mısırlılar bu teklifi kabul ettiler ve Mısır’la müttefiklik adına çok önemli bir adım atıldı.

   Bizans Geliyor..!!

İçinde Bizans İmparatoru Alexius’un da bulunduğu Bizans Kafilesi , Anadolu’ya girdi.İznik taraflarından Konya bölgelerine doğru inen kafile Büyük bir tehdit oluşturuyordu.Özellikle Bizans’ın ünlü imparatoru Alexius’un askerî bir deha olduğu biliniyordu.Onu durdurabilecek tek bir kişi vardı :

SULTAN JALAL

Sultan Jalal Sipahi,Türkmen ve Akıncılardan oluşan bir ordu topladı.Onları yenebilecekleri tek şansın Meydan Savaşı olduğunu bilen Sultan Jalal ; ordusunu buna göre yapılandırarak Bizans Akınlarını durdurmak için yola çıktı.

Fakat İmparator Alexius Trabzon'a yöneldi.Bunun üzerine Sultan Jalal Alexius a yöneldiyse de Bizans Kafilesi'nin Konya'yı kuşatması sonucu geri döndü.Konya'da yaklaşık 1500 kişiyi saf dışı eden Sultan Jalal ; İznik'e doğru karşı saldırıya geçtiyse de ; sayılarının az olması yüzünden mağlup oldu ve Konya'ya çekildi.

Mustafa , İmparator Alexius'un geleceğini duyunca atlı birliklerini alarak yola çıktı.Alexius'un ordusu ile karşı karşıya gelen Mustafa'nın ordusu hızlı,çevik,düzenliydi.Alexius'unki ise zayıf piyade birliklerinden oluşuyordu fakat Alexius birçok savaşı böyle kazanmıştı.Mustafa ordularını 3 e böldü.2 si ni kanatlardan Alexius'a ; diğerlerini piyadeleri oyalamak için gönderdi.Piyadeler atlılara karşı dayanmaya çalışırken İmparator'un ölüm haberi geldi.Bu haberle panikleyen bizans askerleri kısa sürede dağıldı ve Prens Mustafa çok büyük bir üne kavuştu.
Kayıtlı
Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

MySQL Kullanıyor PHP Kullanıyor Powered by SMF 1.1.12 | SMF © 2006-2009, Simple Machines LLC XHTML 1.0 Uyumlu! CSS Uyumlu!