Imperia Online Turkey

IO - Klasik ve Versiyon 4 Diyarları => Sanatlarınız => Konuyu başlatan: imperialis üzerinde Ağustos 03, 2009, 05:14:33 ÖÖ



Konu Başlığı: Can Dündar
Gönderen: imperialis üzerinde Ağustos 03, 2009, 05:14:33 ÖÖ
Müthiş bir insan olağanüstü yazıları var arkadaşlar okuyun kesinlikle beğeniceksiniz..tek tek paylaşıcam sizinde paylaşmanıza olanak vermek için.


   AZRAİLLE PAZARLIK   


Kendiniz için nasıl bir ölüm isterdiniz? Kirli bir duvar dibinde gözleriniz ve elleriniz bağlıyken cesaretle göğsünüzü şişirip "Ateş" sesini bekleyerek mi?

      Üzerinde koca bir elmasın parıldadığı zarif bir yüzüğün gizli haznesindeki zehiri iştahla yu­dumlayarak mı?

      Yoksa soylu bir düellonun 10.adı­mında göğsünüze saplanan tek bir kur­şunla yere devrile­rek mi?

 

      Nedense insan, bir otoyolda karşıdan karşıya geçerken gelen kalleş bir ölümü yakıştıramıyor kendisine... Ya da zengin bir sofrada boğaza kaçan bir kurbağa bacağından öl­meyi düşünemiyor.

 

      Çekoslovakya'ya Prag baharını yaşa­tan Alexander Dubçek'e Sovyet tankla­rından kurtulmuşken, trafik kazasında ölmeyi yakıştırabilmiş miydik?

 

      Sivas cehenneminden sağ çıkan Aziz Nesin'in bir Temmuz sıcağına teslim olmasını hazmedebildik mi?

 

      Ya Adalet Ağaoğlu'nu bankta oturur­ken "arkadan vuran" bir azraile kurban verseydik, bu,"O'nun şanına uyar mıy­dı?"

 

      Fol dergisi, son sayısında "Doğum ve Ölüm" konusunu işliyor. "Uzun Ölüm­ler" başlıklı ilk yazının altındaki imza ise Adalet Ağaoğlu'na ait...

 

      İnanılır gibi değil ama, Adalet Ağaoğlu, azraille randevusundan bir kaç hafta önce yazdığı "son yazı"sını "ölüm" ko­nusuna ayırmış. "Sanki Bir ölmüşlük ya­şamış ta bunları başkasına anlatmak için hortlayıp, masa başına geçmiş gibi" azraili anlatıyor. "Ölüm düşüncesinin en faz­la ölümsüzleri kovaladığını, ölümsüzle­rin şanlarına uygun bir ölüm arzuladık­larını" belirttikten sonra "Ama ölüm­süzler çoğu zaman hemen hiç istemedik­leri bir biçimde ölürler. Asıl, kepazelik buradadır" diyerek ölümle ilk randevu­sunu anlatıyor.

 

      "Bir gece kısmet kendiliğinden ayağı­ma geldi: Ağzım burnum akmadan, te­miz bir ölümle ölmek isteğime bir yanıt gibi, hayatımın en büyük armağanıyla karşılaştım. Karakış... Gecenin kimbilir kaçı; ikisi mi, üçü mü? Bu topraklarda bunca yılı birlikte kullandığımız erkek yanıbaşımda mışıl mışıl uyurken, kanım, ca­nım sıfırlara doğru süzülüp gitti. Hemen ko­kusunu aldım. Bu, beklediğim gibi bir ölüm­dü... Yaklaştım, yaklaştım fakat operanın son aryasında ölüm müziğinin son notasına davulun tokmağı vurmadan, içgüdüsel bir di­renişe geçtim, içgüdü, yerini yavaş yavaş bilinçe bıraktı: Yanıbaşımda uyuyan erkek pek becerikli değildir. Cenaze nasıl kaldırılır bil­mez. Bu havada gecenin bu saatinde ne ya­pacağını şaşırır. Ben yine gideceğim yere gi­deyim ama, bunu sabaha erteleyemez miyiz? Hadi, lütfen, hadi, gece değil sabah öleyim, kırk yıllık hayat yoldaşıma karakışın bu saa­tinde bir hainlik etmeyeyim şimdi. Ölüm, sabaha, sabaha...

 

      Azrailimle pazarlığım çetin geçti. Sonuç­ta ısrarla çağırdığım ruh geri döndü. Gövdem ise ölesiye bitkin, serili kaldı. İşte buna sevdiğinin hatırı için yaşamak, deniyor."

 

      Bu satırları yazdıktan bir kaç hafta sonra, deniz kenarındaki bir bankta, korku filmlerinin o kara cübbeli azraili, elinde orakla başucuna dikiliverdi. Adalet Ağaoğlu'nun... Ama bu da ölümsüzlere yakışır bir "güzel ölüm" değildi. Yine yaptı pazarlığını azraille ve yine çok uzaklardan çağırdığı ruhu geri döndü. Bu topraklarda 40 yılı birlikte tükettiği erke­ğe gülümseyerek yendi ölümü...

 

      Aynı günlerde o topraklarda 12 can, gö­nüllü yapıştılar azrailin ellerine, cılız bedenlerini yenilmesi zor bir silaha dönüştürerek...

 

      Aynı günlerde uzak bir toprakta ölüm, gencecik askerlerle, aynı yaşta "isyancılar"ı kanlı bir pusuda ya da sessiz bir uykuda yaka­ladı.

"Nasıl bir ölüm isterdiniz" sorusuna "sava­şarak" yanıtını veren gencecik bedenler az­raille randevulaşıp, ölümü davet ettiler.

 

      Sevdikleri yaşasın diye öldüler...

 

      Yaşam, en çok onlara yakışırdı oysa... Coş­ku dolu düğünlerde hayattan yana türkülerle evlenmeliydiler; ölümü kutsayan sloganlarla gömüldüler. Yeni ölümler için yeminler edil­di mezar başlarında; azraile övgüler düzüldü.

 

      Ya siz...?

      Azraille pazarlık, şansınız olsa nasıl bir ölüm istersiniz?

      Sizden sonrakiler daha iyi yaşasın diye bir ranzada açlıktan kanınız çekilerek ya da uzak bir dağbaşında karanlığı delen bir kur­şunu bekleyerek ölebilir misiniz?

 

      O ölenlere seyirci kalarak yaşayabilir misi­niz?

 

      Genç bedenlere kıymaması için azraille sa­vaşabilir misiniz?

      Herkes "Yaşasın ölüm" sloganları atarken "Sabaha kalsın" diyebilir misiniz?

 

      Ölümü yenebilir misiniz?


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: dsfsefx üzerinde Ağustos 19, 2009, 07:18:22 ÖS
mustafa filmi çok güzeldiii
sarı zeybek filmide mustafa kadar güzel olmasada güzel diye bilirim


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: imperialis üzerinde Eylül 16, 2009, 03:40:06 ÖÖ
Okuyun derim  ;)




Eğer ;



 O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...



 sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,



 ve O, her durduğunuz yerde duruyor,


 her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,


 hüzünlendikçe ağlıyorsa...


 dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu


 bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...


 hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,


 O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...


 her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O...


 her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa...


 bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez


 özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,


 iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...


 iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...


 eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın


 O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...


 kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...


 özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...


 hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...


 O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,


 vuslat sehere denkse...


 gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;


 bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...


 uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...


 dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,


 bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...


 Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,


 sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...


 ...o halde bugün sizin gününüz!..


 "Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: imperialis üzerinde Eylül 16, 2009, 04:23:44 ÖÖ
BUNU OKUMAK ZORUNDASINIZ ARKADAŞLAR OLAĞANÜSTÜ Bİ YAZI  :'(


HAYATTAN NE ÖĞRENDİM?

Ağır bir ÖSS sorusu gibiydi Esquire dergisininki...''Hayattan ne öğrendiniz?'' Verilen süre içinde aklıma gelenleri aşağıda yazdım. Yanlışların doğruları götürmeyeceğini umuyorum.

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu, aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim.

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu ...
Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini...
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu, gerçek namusun, günah elinin  altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

Can DÜNDAR




Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: hellboy80 üzerinde Eylül 16, 2009, 06:17:05 ÖÖ
olağanustu bır yazı gerçekten ınanılmazdı....


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: 0guzh@n üzerinde Eylül 17, 2009, 04:38:00 ÖÖ
BUNU OKUMAK ZORUNDASINIZ ARKADAŞLAR OLAĞANÜSTÜ Bİ YAZI  :'(


HAYATTAN NE ÖĞRENDİM?



Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu, aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.


Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.


bu 2 cümle çok etkiledi beni..emeğine sağlık kardeşim...+


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: imperialis üzerinde Eylül 17, 2009, 04:59:11 ÖÖ
sağolasın kardeşim  ;)


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: psefit üzerinde Eylül 17, 2009, 01:10:06 ÖS

Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu, gerçek namusun, günah elinin  altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.



[/quote]

benim içinde burası çok güzeldi insanların beyinlerindeki örüncek agları için tşk imperialis


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: _LoNeSoMe_ üzerinde Eylül 17, 2009, 01:24:12 ÖS
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.

 *bravo* *bravo* *bravo*

Süperdi kardeşim her kısmı çok güzel ama beni en çok etkileyenler de buydu teşekkürler  *rose*


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: darbe46 üzerinde Eylül 17, 2009, 04:29:20 ÖS
gerçekten güzeldi eline sağlık +


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: imperialis üzerinde Eylül 17, 2009, 07:19:01 ÖS
rica ederim herkes için illaki bişeyler var yazılarında paylaşmaya devam edicem  :)


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: 0guzh@n üzerinde Eylül 17, 2009, 10:24:35 ÖS
rica ederim herkes için illaki bişeyler var yazılarında paylaşmaya devam edicem  :)
sabırsızlıkla bekliyor olucam kardeşim... *rose*


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: imperialis üzerinde Ekim 16, 2009, 03:16:44 ÖÖ
Bavulları hep toplu durmalı insanın
Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı
Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli
İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı
Yalnızlığa alışmalı


Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti Dayanışma günümüz borsasının değer kaybeden hisse senetlerinden biri artık
Bireyin keşif çağı, geride kı­rık dökük yalnızlıklar bıraktı
Terörün bile bireyselleştiği çağdayız Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır


İşte o yüzden alışmalı yalnız­lığa
Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı Hüzünlü bir şarkıyla paylaşı­lan gecelerde başını dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli
Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına

"Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne

Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı
Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır
Haklılığın onuru yaşatır insanı Susmanın utancı öldürür
O yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan
Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı Kendiyle hesaplaşmaya çalışmalı
Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır olmalı
Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli
Sessizliği, sese dönüştürebilmeli


Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan
Yollarla barışmalı
Yalnızlığa alışmalı

Can Dündar


 :'( :'( :'( :'(

-------------------------------------------------------

Aşka ve Terke dair


Öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki ne sevebilir ne terk edebilirsiniz
Kör kütük bağlanmışınızdır aslında
En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır
çekişmelerinizin nedeni, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur
Göz yaşlarınız da, bilinçaltınızda, kahkahanızdadır
saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak
Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır
Sınırsız ve nihayetsizdir
Ölmek var dönmek yoktur
Gün gelir anlarsınız, içten içe bir şeylerin kanadığını
Tutkulu sevdaların gizli hançeri başlar parıldamaya
Orasından burasından eleştirmeye koyulursunuz,
Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz ya da eskisi gibi olsa
Başkalarını örnek göstermeye, "bak onlar nasıl yaşıyor" demeye başlarsınız
Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız
Aşkınızın gözü kör değildir artık
Yanlışını görür düzeltmek istersiniz
"Eskiden böyle miydi ya"diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirinin kapısı
Açıldıkça bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltınızdan
Böyle sürmeyeceğini bilirsiniz, değişsin istersiniz
O, sevgisizliğe yorar bunu ihanete sayar
Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür
"Ya sev böyle ya da terk et" diye gürler
Bir zamanlar bir gülücüğüyle, alacakaranlığı ısıtan o rüya,
Bir kabusa dönüşür birden
Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size
Hoyrattır bakmaz yüzünüze, zehir akar dilinden, konuşturmaz
Suçlar, yargılar, mahkum eder mühürler dudaklarınızı siler sizi defterden
"iyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için" dersiniz dinletemezsiniz
Ayrılırsanız yaşayamayacağınızı bilirsiniz ama böyle de sevemezsiniz
İhanetten kırılmıştır kaleminiz, severek terk edersiniz
"Madem öyle"nin çağı başlar ondan sonra
Madem ki siz böylesine tutkun iken O hep başkalarını seçmiştir,
Madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde günah sizden gitmiştir
Lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz
Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece
Daha özgür olacağınız limanlara demirlersiniz bir süre
Ne var ki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni
Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem olmuştur
Delikanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler,sırtına binenler sarmıştır çevresini
Gurur duyar onlarla, koynunda besler, gözünü oysunlar diye
Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla
"bana ne kendi seçimi" diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre

Ama sonra
Ansızın kulağınıza çalınan bir şarkı ya da kapı aralığından,
Süzülüp gelen bir korku hatırlatır onu yeniden
Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder, ağlarsınız
Kokusunu özlersiniz, türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi,
Yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh şarap içmeyi
Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız
Sular kulağına fısıldasın diye
Dönüp, "seni hala seviyorum" diye bağırmak gelir içinizden
Dönemezsiniz
Görmedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız
Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu
Ne onunla olur, ne onsuz
Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu,
Hem "ne olacak sonunda" kuşkusu

Böyle sevemezsiniz,
Terk de edemezsiniz
Sürünür gidersiniz!


Can Dündar

ulan yazma şöyle şeyler öldürücen mi beni yaa  :'(
 


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: omerr üzerinde Ekim 16, 2009, 01:24:43 ÖS
aman imperialis aglama beni de aglatacan  :D :D


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: mustang üzerinde Ekim 16, 2009, 01:39:04 ÖS
gercekten mükemmel sözler inasan okurken bile derinlere gidiyor yaw  bilmiyorum bana öyle oldu... paylaşımın için tebrik ediyorum seni  *bravo*


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: imperialis üzerinde Ekim 16, 2009, 02:22:43 ÖS
rica ederim ben hem ağlar hem paylaşırım merak etmeyin  *UNDECIDED*


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: 0guzh@n üzerinde Ekim 16, 2009, 04:54:40 ÖS
Ama sonra
Ansızın kulağınıza çalınan bir şarkı ya da kapı aralığından,
Süzülüp gelen bir korku hatırlatır onu yeniden
Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder, ağlarsınız
Kokusunu özlersiniz, türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi,
Yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh şarap içmeyi
Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız
Sular kulağına fısıldasın diye
Dönüp, "seni hala seviyorum" diye bağırmak gelir içinizden
Dönemezsiniz
Görmedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız
Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu
Ne onunla olur, ne onsuz
Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu,
Hem "ne olacak sonunda" kuşkusu

Böyle sevemezsiniz,
Terk de edemezsiniz
Sürünür gidersiniz!


*WALL* *suicide*
+



Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: Black4Mask üzerinde Ekim 19, 2009, 08:51:41 ÖS
 *bravo*


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: Buny@S üzerinde Nisan 21, 2010, 04:08:13 ÖS
http://video75.com/l2aJzk2Nnx4/can-dundar-siirsiz-yasamak/
http://www.dailymotion.com/video/x91psl_bahar-gelme-ustume_lifestyle
http://www.dailymotion.com/video/xbh6wx_can-dundar-aykyn-nur-yengi-yalanci_music
http://www.videoizletc.com/musicvideo.php?vid=b20523fd3


Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: Buny@S üzerinde Haziran 04, 2010, 11:05:38 ÖS

 KADINIM

Köhne bir yük katarı gibi ayak parmaklarımızı ezerek önümüzsıra geçen bu yorgun asır, bizim asrımız değildi.
Korkarım, tozu dumana katarak pürtelaş gelen yenisi de, o imanla beklediğimiz ahengin asrı olmayacak.
Raylar üstünde alelade bir tımarhane bu...
...tıklım tıkış vagonlarında vahşi bir itiş kakış; dumanında genzi y...akan bir ihtiras kokusu...
Şüphesiz zamanla bu cinnet de ufukta yitip gidecek; lakin bizim için başka katar yok ömrümüzün içinden geçecek.
Görünen o ki kadınım, seninle biz, "ha¬yat" denen bu metruk peronda, üzerinde adres yazmayan mektuplar gibi bekleşip, aşkımızı acılardan damıtarak yaşlanacağız.
* * *
Öyle bir çağdayız ki, insanoğlu geçen asır düşünü gördüğü "denizler altında 20 bin fersah" yolu katedip, "arzın merkezine" yaklaştıkça, uzaklaştı insanlığından...
Kalabalıklaştıkça arttı kayıtsızlığın ıssızlığı...
Her bineni ise bulayan sefil bir trenle onun borsadan başka tapınak, paradan başka tanrı tanımayan son yolcuları, kainatın raylarındaki şiiri, ilhamı, aşkı ezip geçti.
"Ah o gönül şarkıları" sustu önce...
Sonra, sevdaların ömrü kısaldı; tadı kaçtı hasretin, şehvetin harı söndü.
Sanal posta kutusu, mektubu öldürdü; bak, bir tek satır yok kalemimden sana kalacak.
Silinip gidiyor telefondaki aşk mesajları; "seni seviyorum," -ki amentüsüdür itiraf ge-celerinin- parfüm sıkılmış plastik bir gül da¬lının teybinde tutsak...
Korkuyorum gülüm; "Seni seviyorum" desem sana, plastik kokacak.
* * *
A kadınım,
A hüznümün bahçesi!..
Görmem mi sanırsın; sesi kısık gözlerinin nicedir... dudakların buselere sağır...
Oysa ben, haykırmak için sesine, solumak için nefesine muhtacım.
Bilsen neler verirdim bakışlarından o kederi silebilmek, sana itimadın hazzını yeniden verebilmek için...
Lakin öyle bir tufana yakalandık ki, birbirimize kavuşmak için çekiştirdiğimiz kement boğuyor bizi...
Mübadele garında saadet ülkesine kesilmiş iki "açık" biletle mecalsiz bekleşiyoruz.
Kudretim olsa, seni bu harabe istasyondan kapar, koştukça yelelerinden takvim sayfaları uçuşan bir kısrağın terkisine attığım gibi, o çok sevdiğin ihtişam romanlarının mağrur asrına taşırdım.
Soyunurduk bütün o delik deşik kostümlerimizden, boyası akmış maskelerimizden... mecburi rollerimizden...
"Devamsızlık yüzünden" tarihten kovulmuş iki muzip çocuk gibi, azad olurduk kendimizden...
Benim boynumda alıçtan kolyeler, senin tebessümünde sümbülden gamzeler; çözüp dudaklarımızın mührünü, iççekişlerimizi toprağa gömer, her akşam ilk sana gülümse-yen yıldızına ip dolayıp keyifle ayaklarımızı sallandırırdık dünyaya...
Dilimizde, "kavuşmanın tadını/ ayrılık feryadını" taşıyan bir şarkıyla...
Uşşak makamında...

Can Dündar





Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: Buny@S üzerinde Haziran 06, 2010, 10:55:21 ÖS

...Öyle İçimdesin Ki...


Öyle içimdesin ki. Yanağımda dolaşan rüzgardan daha gerçek dokunuşların. Küçük, ürkek, kesik dokunuşlarınla, belki de her zamankinden daha yanımdasın. Yani öylesine, o kadar bensin ki. Ah nasıl anlatsam. Boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım. Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var.

Yalnızca hissediyor insan, ...yaşıyor. Kelimeler eksik, kelimeler yaralı. Kelimeler cılız.

Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu. Ben de. Çok başka bir şey. Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan? Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken? Gözlerine buğu, diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mı asırlarca?

Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep aynı heyecanla açar mı? Dedim ya, başka bir şey bu. Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim şu günlerde. Belki de en başta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine.

Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım. Paylaşamadım yanlış yaptım. Sana ulaşan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam, hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam. Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acılı duvarları gibiyim.

Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan, duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor. Tutunamıyorum. Renklerim, gün içinde değişiyor. Soluyorum, soğuyorum. Güneş ulaşmıyor içerilerime. Küfleniyorum, yaşlanıyorum. Yalnızlıklar peşimde. Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme. Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum.

Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var. Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her şeyin başında içinde ve sonundasın. Bu değişmiyor. Öyle içimdesin ki. Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün.

Çok mutluydum. Gün içinde neler yaptığımı, nelere kızıp, nelerle mutlu olduğumu, tek tek anlattım. Mevsimlerin ve insanların nasıl karışık ve beklenmedik olduklarını yazdım.

"Yine zamansız yağmurlar" dedim, "Daha önce, hiç bu kadar zayıf değildi güneş ışınları" dedim, "Gerçekten buradaki şarkıları hiç öğrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?" dedim. Çok uzun bir mektup oldu. Başından sonuna kadar okudum.

Neler yazmışım diye merakımdan.

Sonra çekmecemden bir zarf çıkarıp, adını yazdım. Büyük harflerle, yalnızca adını. Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum. Mektup cebimde. Cebim yüreğime yakın. Yüreğim sende. Sen yüreğime yakın. Öyleyse mektup sende.

Can Dündar




Konu Başlığı: Ynt: Can Dündar
Gönderen: Edessa üzerinde Ekim 05, 2011, 02:10:11 ÖÖ
O’nla yada O’nsuz





Eğer...
O'nla Yada O'nsuz..
Onu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla o hüzünden bu neşeye konup
kalkıyorsanız gün boyu nedensiz...
Ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
Onunlayken pervaneleşen yelkovanlar onsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine bir
akrep kadar hain...
Sınıfta büroda yolda yatakta içiniz içinize sığmıyor ondan söz edilince yüzünüz sizden habersiz mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa ve o her durduğunuz yerde duruyor her baktığınız yerden size bakıyor siz keyiflendikçe gülüp hüzünlendikçe ağlıyorsa...
Dünyanın en güzel yeri onun yaşadığı yer en güzel kokusu bedenindeki ter
en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
Hayat onunla güzel ve onsuz müptezelse...
Elmalar pembe kiremitler pembe gökyüzü yeryüzü onun yüzü pembeysekışlar ilkbaharsa yazlar ilkbahar güzler ilkbahar...
Her şiirde anlatılan oysa...
Her filmin kahramanı o...
Her roman ondan söz ediyor her çiçek onu açıyorsa...
Bir anlık ayrılık bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa iştahınız kapanıyor iştahınız açılıyor iştahınız şaşırıyorsa iştahınızhasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
Eliniz telefonda yaşıyor işaret parmağınızla ha bire onu tuşluyor dara düştüğünüzde kapıyı çalanın o olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
Mütemadi bir sarhoşluk halinde her çalan telefona o diye atlıyor vitrindeki her giysiyi ona yakıştırıyor konuşan birini dinlerken "keşke o anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
Kokusu burnunuzdan sureti gözünüzden sesi kulağınızdan teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
Özlemi sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
Hem kimseler duymasın hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
Onsuz geceler ıssız sokaklar öksüzse...
Ayrılık ölüme vuslat sehere denkse...
Gamze gamze tebessüm de onun içinse alev alev öfke de; bunca tavır onca sabır ve nihayetsiz kahır hep onun yüzü suyu hürmetine...
Uğruna ödenmeyecek bedel gidilmeyecek yol vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
Dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa...
Nedensiz küsüyor sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
Kaybetme korkusu kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
Gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı sözleri bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanızsınırsız sabırsız doyumsuz bir tutkuyla...
O halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.




http://www.youtube.com/watch?v=ZcOJ9vh11Ss